Her zaman soy hikâyelerine ayrı bir ilgi duymuşumdur. Bin bir gece masalları gibi gelir o hikâyeler, dilden dile dolaşan destansı aşklar hatta bazen düşmanlıklar. Bu hafta size farklı bir öykü ile geldim. Sevgili dostum, Davut’un soy hikâyesiyle. Sohbet esnasında anlatmıştı Davut, benim de dikkatimi çekti. Sonrasında ise kısa bir röportaj yaptık kendisiyle…
Bakalım neler anlatmış sevgili Davut…
Efendim, aile kavramı bizlerde çok farklı buna şöyle bir misal verebilirim. Anneannemin yeğenleri ile çok sıkı görüşme halindeyiz. Biz Haneç’ler çok geniş ve köklü bir aileyiz 1689 yıllarına kadar babadan oğula geçme soy ağacımız mevcut. Çekirdek aile olarak, annem iki yüksekokul tahsil etti. Babam, anneme nazaran çok daha düşük bir eğitimi var lakin babamın kültürel bilgisi anneme göre daha fazla, bunun sebebini çok kitap okuması ve gezmesi olduğunu düşünüyorum. Ben Kırıkkale Üniversitesinde mahalli idareler bölümünden mezun oldum. bölümü çok sevmediğimden mütevellit ikinci bir üniversite okumaya karar verdim ve şuan Radyo Televizyon ve sinema bölümü okuyorum ve bölümümden fevkalade memnunum. Ailem hatta sülalem 1929 yılındaki büyük sel felaketinden sonra sürekli göç halinde olmuşlar. İlk olarak Bayburt ve Erzincan Vilayetlerine hicret etmişler. Daha sonraları Ankara İstanbul Almanya Fransa gibi şehir ve ülkelere muhacir olarak gitmişler. Ne var ki birçoğu muhacirliğinden üstüne çıkıp başka ülkelerde yaşamlarını sürdürmeye başlamışlar. Babaannemin yani bizim tabirimizle nenemin ailesi son derece yüksek rütbeli âlimler hocalar veliler ile dolu. Babaannemde Hafızdır, aynı zaman da hocalık yapardı. Annesinin kuzeni Türkiye Cumhuriyetinin 5.Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’dır. Teyzelerimden bahsetmek istiyorum En büyük teyzem Fatma Alpaslan-Hanecioğlu; Emekli Arapça öğretmeni ve aynı zamanda Tezhip ve minyatür Mütehassısı diğer teyzem emekli edebiyat muallimesi ve aynı vakitte şair umumiyetle sanat ile iştigal olan bir aileyiz anlatsam sahifeleri alır…
Toksoy, soyadını bize köyümüzün muhtarı vermiş. Soyadı kanunu çıktığında “oğlu zade reis ağa vb.” soy isimlerinin alınması yasak olduğu için bizim soy ismimizi bu şekilde müfredata geçirmişler. Adnan Menderes’in çıkartmış olduğu bir konun ile çoğu kişi Hanecioğlu soyunu almış. Lakin iki aile ferdi değiştirmemiş o dönemki hususi mevzularından ötürü soy isimlerini ayrı kullanmaya başlamışlar. Çaykara’da herkes bizi Haneciler veyahut Haneçler diye bilir…
Mazimi, hem seviyorum hem de üzülüyorum, sevmemde ki sebep, köklü olmamız. Bize ait bir soyadın olması (soyadımız aile fertlerimiz dışında kimsede yok(Hanecioğlu)). Ticaretle uğraşmış olmaları, okuryazar olmaları ve Karadeniz’e yerleşmiş olmaları. Lakin sellerin olması ve ahvallerinin kötüye gitmesi sebebi ile hicret etmiş olmaları, Trabzon’dan ayrılmış olmaları beni çok üzüyor. Şuan sadece yazları gidebiliyoruz ve birçoğumuz gitmiyor bile ilerleyen nesillerin “Trabzonlu” olduklarını unutmalarından korkuyorum.
Hanecioğlu kadınları, umumiyetle liberaldir. Hepsi tahsil görmüşlerdir. Yüksekokul ile birlikte dini eğitimleri de dâhildir. Aslında Çaykara eşrafının, kadınları ve erkekleri umumiyetle okumuştur. Zira burada, ticaret ve okumaktan başka çare yoktur kısıtlı toprak olduğu için herkes okumak zorunda kalmıştır.
Yeni nesil, çok zorluk yaşamadı. Karedeniz yemeklerini sevmiyoruz mesela, sülalenin çoğu Ankara’da olduğu için denizsiz büyüdüler. Akıcı bir şekilde Rumca konuşamıyorlar. Ben biraz aşinayım tabi oda tiyatrocu kimliğimden kaynaklı. Büyüklerim ise ciddi anlamda memleketlerine, topraklarına hasret kalmışlar.
Bence tek pozitif kısmı, maddi açıdan ihya olmamız ve umumiyetle lisanımızın Karadeniz ağızından çok İstanbul ağızı ile konuşmuş olmamız. Tabi köye geldiğimizde konuşma biçimimiz, Rumca kelimeler arada bir ağızımızdan çıkabiliyor.
Karadeniz insanları, çabuk parlar çabuk söner ortası yoktur. Kısmen de doğrudur, sert ve hırçınız. Yıllar evvel Giresunlu bir arkadaşım bana, Karadeniz erkeklerinin, hırçın olmasının sebebinin çok sık yeşille iştigal olduklarından dolayı, ters etki ettiğini ve huzur mutluluk yerine asabi ve hırçın olduklarını söylemişti. Bilimsel bir açıklamamı bilemiyorum.
Aşk öykülerimiz, herkes kaçarak evlenmiş desek yeridir. Kaçan kız, babasına “beni zorla kaçırdılar” dermiş ki babasının gönlü kırılmasın diye. Hâlbuki babalar da bilirmiş severek kaçtığını… Dedemin hikâyesini anlatayım sizlere.
Dedem, köyden çok zengin bir ailenin kızına âşık olmuş. Aslında dedemler de zenginmiş lakin 1929 felaketinde her şeylerini kaybetmişler. denilen o ki dedemin dedesi aklını kaybetmiş. Fadime nene ile dedem bizim tabirimizle “sevdaluk” ediyorlarmış. Lakin dedemin, fakir olması sebebi ile Fadime neneyi vermek istemiyorlarmış. Deme demişler ki Muhammed sen Fadime’yi kaçırma, sana vereceğiz dedem de tamam demiş. Lakin Fadime neneyi başka bir zengin aile istemiş, sözünü vermişler. Bu durumdan haberdar olan dedem, Fadime nene ile Ankara’ya doğru kaçmaya başlamışlar. Bizim burada İşkilomehde diye bir yer var. Rumcadır adı, anlamı “Köpek boğan” demekmiş. Orada birbirlerine sarılmışlar ve dedemle akit yapmışlar “biz bu dünyada kavuşamadık ahirette buluşacağız kaçmamız doğru değil zira seni nişanladılar.” diyerek Fadime neneyi geri getirmiş.
Bu arada Ankara’ya dayısının yanına kaçırıyormuş Fadime neneyi, lakin bu olaydan sonra dayısının kızı ile evlenmiş. Nenemle arkadaşlık etmiş. Fadime nene kıskanmış.
Yıllar sonra, 80 yaşlarında karşılaştım Fadime nene ile hikâyesini gizlice anlattılar bana sonra Fadime nene benim kim olduğumu sordu. Haneci Muhammed’in torunu dediler gözlerindeki ışıltıyı gördüm. Benimle muhabbet etti, yakınlık gösterdi dedim ki “o zaman aşk böyle bir şey demek ki” yıllardır dedeme âşık acaba dedem de öyle miydi? Bilemiyorum zira ben çok küçükken vefat etmişti. Yıllar sonra öğrendim ki yayla da tek başına yaşıyormuş, yemeğini komşuları veriyormuş Fadime nenenin, son derece üzüldüm dedem ile evlenmiş olsaydı evlatları el üstünde tutardı Fadime neneyi, bu olayı duyduktan bir iki yıl sonra vefat ettiğini öğrendim. İnşallah kavuşmuşlardır.
Bu tatlı sohbet için size çok teşekkür ederim. Aşk hikâyesi beni çok etkiledi. Umarım böyle aşkları duymaya devam ederiz.
Ayşe Demir