Tüylü

İbrahim Korkmaz derKi

Tüylü

 

 

Dağ manzaralı takvim yaprağının son yırtılma tarihinin üzerinden elli iki yıl kırk sekiz gün geçmişti. Muhsin amca, baba yadigarı eve kilit vurmuş uzun yıllar kapısını açmamıştı. Elli kusur yılın ardından tozdan buğulanmış takvim rakamlarının önünde yalnızlık ve hüzün içerisinde dururken anlamıştı geçen zamanın çokluğunu… Deniz subayı olmak için yatılı geçen okul hayatı boyunca sadece tatillerde evine gelebilmişti. Sonra da okulu bitirip atamalar yapılınca evinden iyiden iyiye uzaklaşmıştı. Evin tek çocuğuydu. Annesi yakalandığı hastalıktan ölünce; babası da annesinin hasreti, evin boşluğuna daha fazla dayanamayıp bir yıl sonra yalnızlığına sarılarak yattığı uykudan bir daha uyanamamıştı. O tarihten sonra evin kapıları kapatılmıştı.

 

Muhsin amca çocukluğunda yaptığı gibi üst kata giden merdivenleri hızlı hızlı çıkmak istese de yaşlı kalbi buna izin vermedi. Ağır, ürkek adımlarla, bir eli merdiven kenarına tutunarak üst kata çıktı. Anne ve babasının yatak odasına girdi. Eşyaların üzerleri geçen yılların toz bulutlarıyla kaplanmış olsa da o toz kokusunun boğuculuğunun yanın da oda hala huzur kokuyordu. Sağa sola göz gezdirdikten sonra oradan çıktı. Hemen yan odaya geçti. Çocukluğunun geçtiği odaya… Kapıyı açar açmaz çocukluğu karşıladı adamı. Tavandan iple sallanan savaş uçağı, yine tavana yapıştırılmış yıldızlar, elbise dolabının aynasına yapıştırılmış birkaç süper kahraman resmi, yerde havası inmiş olan futbol topu… Hepsi yerli yerinde oynamayı bekliyorlarmış gibi duruyordu. Adam odaya girdi; hafif bir tebessümle halının kenarında duran futbol topunu eline aldı. Tavandaki yıldızlara bakarak hayaller içerisinde uykuya daldığı yatağına oturdu. Bir süre topa baktı. Sonra yaşlı gözleriyle etrafı seyrederken oyuncak sandığını gördü. Annesinin çeyiz sandığını devşirerek içerisine çocuğun küçük kalan eşyalarını, kocasıyla giymedikleri elbiseleri, eskimiş atılmaya kıyılamayan battaniye ve yorganı bir de az da olsa ahşaptan yapılma el emeği oyuncakları koyduğu sandıktı bu. Ayağa kalktı. Sandığın yanına gitti. Üzerinden annesinin ördüğü dantel işlemeli örtüyü aldı. Sandığı açtı. Eski elbiseler, oyuncakların arasında, amcasının sekizinci doğum gününde aldığı aslan oyuncağını gördü. O yıllar da kumaştan yapılmış oyuncaklar bulmak imkansız denecek kadar azdı. Nereden bulduysa biricik yeğenine hediye etmişti. Oyuncağı eline aldı ve yeniden yatağın köşesine oturdu. Tüylerinin çokluğundan mütevellit tüylü ismini koymuştu aslana. Hatıralarını canlandırmakta bir anlık bir duraksama yaşadıysa da oyuncağının ismini aklına getirmeyi başardı. “Selam tüylü” dedi yorgun ses tonuyla. “ Hatırladın mı beni? Eski arkadaşın, Muhsin. Her akşam uyumadan o gün yaşadığım her ne varsa sana anlatan… Yaşlanmışım öyle değil mi? Ama sen pek değişmemişsin. Üzerindeki tozlar ve ayağındaki şu leke hariç. Hayatın cilvesine bak bizi yeniden aynı yatakta karşılaştırdı. Burada olduğunu unutmuşum… İtiraf etmem gerekirse senin varlığını bile unutmuşum… Ah insan neleri unutmuyor ki, hayat telaşesiyle… Ama seni tekrardan gördüğüm/hatırladığım için sevindim. Aslında benim açımdan hüzünlü bir karşılaşma oldu bu. Bana ne kadar yaşlandığımı hatırlattın. Seni tutan ellerimin üzerindeki kahverengi lekelerin çokluğuna şimdi varıyorum. ‘Kahverengi lekeler ne kadar çoğalırsa insan ölüme o kadar yaklaşıyormuş’ dedi geçenlerde büyük kızım. Sen de anladın öyle değil mi? Densiz olduğunu…

 

Ben seni bıraktığımda ufaktım, çocuktum henüz. Sahi ben seni neden yanıma almadım. Keşke bana kendini hatırlatsaydın. Bunca yıl ayrı kalmazdık. Bende her şeyi içimde biriktirmek yerine eskiden yaptığım gibi sana anlatır biraz da olsa rahatlardım. Onca yılım susarak geçti. İçimde biriktirdiklerimle geçti. Ben ne kadar sustumsa, sustuklarım o kadar yıkıp geçti beni, bedenimi, benliğimi, kalbimi… Sanırım bir ömür tükettikten sonra anlıyorum ki insanın başına ne geliyorsa sustukları yüzünden geliyor. Geç oldu biliyorum, farkındayım. Anca anladım bunu. Bir kız sevdim gençliğimde; okul zamanlarımda. Bakıştık durduk. Uzun süre o bana baktı ben ona. Çok sonra gördüğüm yerde tebessüm etmeye başladım. O da bana. Bir süre sonra kafa hareketiyle selam vermeye başladık. Sonra ne mi oldu? Mezuniyetimiz geldi. O başka birisini koluna takmış gidiyordu. Ben hala bakıyordum. Anlayacağın Attila İlhan’ın üçüncü şahsın şiirini yaşadık. Sonraları evlendim. Arkadaşlarımın çabalarıyla oldu tabii. Dediklerine göre kız benden hoşlanıyormuş. Tanıştırdılar. Baktım ufak tefek bir şey. İncecik beli vardı. Yemyeşil gözleri. Tavırları pek hoşuma gitmemişti. O yüzden karşısında pek konuşmadım. Ben sustum o anlattı. Sonrasında yeniden buluşmak istedi. Geri çeviremedim. Ailesiyle tanıştırmak istedi. Sustum. Tanıştım. O benim ailemi tanımak istedi. Ben senden pek hoşlanamadım diyemedim. Nedenini soracak olursan sana net bir cevap veremem. Belki yeşil gözleri, belki de buğday teni ilgimi çekmiştir. Bilmiyorum. Ama hal ve tavırlarındaki tutarsızlıklar yüzünden ilerisini bir türlü göremiyordum. Gene de ısrarlarına dayanamayıp ailemle tanıştırdım. Sonra aileler tanıştı. Sonuç: otuz kusur yıllık bir evlilik, iki çocuk, beş torun. Böyle yani tüylü; dedim ya sana başıma ne geldiyse sustuklarım yüzünden geldi diye.

 

Çocuklarıma da iyi eğitim veremedim zaten. Konuşacağım yerde konuşmadım. Konuşmayacağım yerde patavatsız cümleler kurup aramızdaki ilişkileri zedeledim. Uyuduktan sonra yanlarına giderdim. Saçlarını okşar, üzerleri açılmışsa örterdim. Hep uyuduktan sonra yanlarına gittim. Onlar yatağa yattıklarında başuçlarında tek bir akşam bile masal okumadım. Böyle yaptıkça onları sevmediğimi düşündüler. Haklılar değil mi? Susmak ne kötü. İnsanın hayatını tek bir yönde seyretmesine yol açıyor. Yani anlayacağın bu yaşıma gelene kadar başıma ne geldiyse sustuklarım yüzünden geldi. Bir tek torunum İbrahim ile yakınım. Beni en iyi anlayan o sanırım. Yaşadığım bu durumları ara ara ona anlattığım oluyor. Pek karşılık vermez. Bana çekmiş. O da susuyor. Tek farkla o sustuklarını cümlelere dökebiliyor. Yazıyor anlayacağın. Çok satan bir dergi de. Geçenlerde ‘sakın bu söylediklerimi kalkıp da bir yerde yazmayasın’ dedim. ‘Bu yaştan sonra bizi boşatma anneannenle.’ ‘Tamam’ dedi muzip gülümseyerek. Ama ben pek güvenemiyorum bu konuda ona. Bire bin katar da öyle yazar hem de. Ona susmaması gerektiğini söylemem gerekiyor biliyorum. Fakat henüz o konuşmayı yapamadım. Umarım ki ölmeden önce yapabilirim. Seni gördüğüme şimdi daha da sevindim. Rahatladım konuştuğum için. Ben şimdi gideyim, merak ederler. Ama söz daha sık geleceğim artık. Burası bizim eskisi gibi dertleşme odamız olsun. Dur üzerindeki tozu iyice bir temizleyeyim. Ha şöyle şimdi daha iyi görünüyorsun. Bir daha ki görüşmeye kadar kendine iyi bak olur mu? ” Muhsin amca elinde tuttuğu oyuncak aslanı bırakmadan oturduğu yataktan kalktı. Yılların vermiş olduğu yorgunlukla birkaç adım attı. Aslanı odada en görünür yere koydu. Onunla sohbet etmek iyi gelmişti. Belki de hayatı boyunca kimseyle bu kadar uzun cümleler kurarak konuşmamıştı. Bahsettiği torunu İbrahim ile konuştuklarının toplamını tüylü adını verdiği oyuncak aslanıyla konuşmasına torunu biraz bozulmuş olsa da gene de Muhsin amcanın iç dünyasının güzelliğini bildiği için onu sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğini ben biliyorum. Nerden mi? Bakmayın ona Muhsin amca dediğime; o benim canım dedem Muhsin.

 

 

 

İbrahim Korkmaz

İzmir - 2017

 

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...