Hemşire

 

 

Hissettiğim sersemlik ve bulanıklık sebebi ile amaçsız, ama tamamlanmamışlığı bertaraf etme hedefi ile görüşmeye gittim.

İnci Hanım durumu aşamadığımdan yola çıkarak beni önce onlarla yüzleştirmeye çabaladı. Boş bir sandalyenin karşısında onlara birşeyler söylememi, onlara soru sormamı istedi. “Niye ben?”, “Hiç mi vicdanınız yoktu?”, “Başkasının zararından nasıl tatmin olabilirsiniz?”

Onların sandalyesine geçiş çok zordu. İnci Hanım o sandalyeye oturduğumda banden neden yaptığımı anlatmamı istedi. Ancak kafamın içi bomboştu. Verecek cevabım, nedenim, duygum; hiçbir şey yoktu. Reddettim. Bu mentalite ile empati kurmayı reddettim.

Bunun üzerine gölge benlikten ve iyi-kötü herşeyin bizde var olunduğundan, içimizde belki de bir cani, bir tacizci, bir katil, bir vahşinin var olduğundan,  ve ancak bunu kabul edip onu tanıdıktan sonra sevgiye dönüştürebildiğimizde kurtuluşa yürüyebileceğimizden bahsettik bir süre…

İnci Hanım bir koridora girmemi istedi. “Kaç kapı var?” dedi. Koridor o kadar beyaz ve aydınlıktı ki… Hemen solumdaki kapı harici hiçbir kapı net değildi, kaç tane kapı olduğunu göremeyeceğim kadar beyaz koridorun sonu da seçilmiyordu. İnci Hanım soldaki kapıdan kafamı uzatmamı ve ne gördüğümü söylememi istedi. İçerisi yine seçilmeyecek kadar aydınlıktı, flu ve belirsizdi. Ancak aklımda önceden tohumlanmış bir cümle belirdi: “Hemşirelik ile ilgili herşeyi; tüm boyut ve evrenlerde yıkıp yaratımlarını iptal ediyorum!”

Bir hastane binası olan kapıdan içeri girdim. Ayağımda beyaz ayakkabılar, beyaz külotlu çorap, koyu renk bir pelerin, kafamda da minik bir hemşire şapkası vardı. Sağdaki kapıdan başka bir aydınlık odaya geçtim. Küçük bir koğuş burası. Sağdaki pencereden tüm oda gün ışığı ile aydınlanmış, her yer beyaz… Duvarlar, mobilyalar, yataklar, hastaların kıafetleri, çarşaflar… Altı kişilik koğuşta kadınlı erkekli beş kişi var.

Benim dikkat ettiğim teki kişi 17 yaşındaki o kız… Üç numaraya vurulmuş koyu renk saçları soluk benzi ile yüksek bir kontrasta sahip. Kız çok hasta, çok zayıf, çok bitkin…

Kötü bir amaç ile oradayım, hedefim sabit, duygum donuk... Bir şırınga çıkarıyorum sağ cebimden. Kızın serumuna şırıngayı enjekte edip ayrılıyorum hastaneden. Şırıngayı dışarıda bir çöpe atıyorum. Ölmesini beklemeden gidiyorum, çünkü biliyorum öleceğini, basit bir fizik kanunu…

Görevimi tamamlamış, şırıngadan kurtulmuş, yürüyorum arkama bakmadan… Biraz korku, biraz vicdan azabı… Yürüyorum sokaklarda kimseciklere görünmeden, bir köprü geçip ilerliyorum şehrin içlerine doğru…

Yeraltında bir odaya ulaşıyorum. Benim gibi iki kız daha var. Onlar da kendi görevlerini tamamlamış, rapor vermek için bekliyoruz. Tedirginim, korkuyorum ve vicdan azabım var. Hasta ve masum bir kızı öldürdüm, adı ve sebebi ne olursa olsun…

Bir adam gelip görevi soruyor. “Yaptım.” diyorum. “Öldü mü?” diye soruyor. Öleceğinden hiç şüphem yok. Odadan çıkıyor adam gelişmeleri iletmeye…

Öldürdüğüm kız, diktatörlük rejiminde yüksek mevkide bulunan bir komutanın kızı. Kızın planlı ölümü babanın takvimini etkileyerek istenen zamanda belirli bir yerde bulunamamasına sebep olacak. Direniş planları içinde küçük stratejik bir hamle..

Suçluluk çok ağır… Bir masumun canını kendi ellerimle aldığım düşüncesi çok yıkıcı. Kabullenemiyorum. Hele asıl bundan birkaç sene önce yaşadıklarımı hala kabullenemediğim halde…

Hemşirelik okuyordum o zaman. Zengin bir ailenin kızıydım. Sevgi dolu bir annem ve babam, evli bir ablam, küçük de bir erkek kardeşim vardı. Yaşım deki 20-21…

O gün okuldan döndüğümde karşılaştığım manzara çok vahim… Tüm sokakta öldürülmiş insan yığınları var. Orada annemi, babamı ve kardeşimi buluyorum. Hunharca, saygısızca öldürülmüşler…

Gidecek bir evim, bir ailem, param, geleceğim, hiçbir şeyim kalmamıştı o anda. Boşlukta, yalnız, kimsesiz, çaresiz… Böylece direnişe katılıyorum, ailemin öcünü almak için…

Ailemi öldüren canilerin hepsinin canını alabilecek gibi hissederken; bunu eyleme dönüştürdüğümde bir başka masumun kanı bulaşıyor elime…

Lanetlenmiş hissediyorum. Vicdan azabı ve suçluluk hissediyorum iliklerime kadar…

Diktatörler kaybediyorlar savaşı sonunda. Direniş de dağılıyor. Belirli sebeplerin birleştirdiği insanlar, sebeplerin ortadan kalkması ile  bir anda birbirlerinden kopuyorlar. Hiçbir bağ, hiçbir destek kalmıyor aramızda… Belki benim gibi onlar da bu zamanlara ait hiçbir şeyi taşımak istemiyorlar…

Artık tamamen yalnızım. Ailem yok, param yok, evim yok, geleceğim belirsiz… Üstümdeki kıyafetler lime lime; ellerim, tırnaklarım, saçım başım pis, sokaklardayım. Lanetliyim, kimsesizim, amaçsızım, görünmezim…

Otuzlarımın başına kadar sürüyor böyle. Ta ki bir fırıncı beni bir fırıncı beni yanına alıp çalışma karşılığı bana barınma sağlayana kadar.

O mahallede tanışıyorum kocamla. Vasat bir emekçi. Yumuşak bir ruh… Bir kızım oluyor, tek bir de torunum.

80’lerimde, yaşlanmışım. Ölüm döşeğimin sol başında kızım, sağ tarafımda torunum. Kocam öleli en az 10 yıl olmuş. İkisi de sevgi ve şefkatle yanımda. Konuşuyoruz, onları rahartlatmaya çalışyorum. Ancak iki yüzlü hissediyorum. Çünkü ikisi de yaşadıklarımdan bihaber. Söylemiyorum, ölümden önce bile söyleyemiyorum. Kendi lanetimi, yükümü saklı bırakarak ayrılıyorum…

Cenazemde kasabadan 50-60 kişi var. Herkes ağlıyor ardımdan. Ne kadar iyi bir insan olduğumu söylüyorlar. Ama bilmiyorlar nasıl bir cani olduğumu… Kimsenin en ufak bir fikri bile yok!

Bedenimden ayrılıp yükseldiğimde ailemin yanına gidiyorum. Öldürdüğüm kız da orada… Af diliyorum kızdan, ağlıyorum, özür diliyorum defalarca… Kız şefkatli gözlerle bakıyor bana. Yüreğinde hiç düşmanlık yok. Ancak annesi de orada kızın… O affetmiyor beni… Büyüklenmeci, düşman, ailemi katleden mentalitede bir gaddar…Keşke onu öldürseydim diye geçiyor içimden… O zaman belki adalet gerçekten yerini bulur, ben de bir masumun kanı ile lanetlenmezdim!

İnci Hanım devam etti: “Ailenin başına böyle bir durum hiç gelmeseydi?”

Babam zengin ve kilit noktada bir adamdı. Ülkesini de terk etmezdi. Annem babamı bırakmazdı, kardeşim de daha küçüktü. Sadece beni yollayabilirlerdi başka ülkeye, ama yine ölürlerdi. Yabancı bir ülkede yine yalnız, yine kimsesiz kalırdım…

İnci Hanım sonsuz olasılıklarla dolu bir evrenin hatırlatmasını yaptı: “Yok mu tüm aileyi kurtaracak bir alternatif?”

O zaman babam geleceği daha iyi görmüş diyerek başlayalım… Daha ortalık karışmadan önce gereklilik arz eden de bir fırsatla çıkmışız ülkeden, ben 17 yaşındayken… Evimizi, geçmişimizi, varlığımızın çoğunu geride bırakarak gitmişiz.  Orada yeni bir hayat kurmuşuz. Ben sosyal politika okuyup akademik olarak direnmişim savaşa, yaşananlara…

“Peki..” dedi İnci Hanım, “Bu senaryoda da o kız ölecek miydi?”

“Evet” dedim. “Bunu yapacak başka bir piyon olacaktı.”

“Peki o zaman o anne senden yine nefret edecek miydi?”

“…”

O an anneyle olan suçluluk bağı koptu. Bu yeni senaryoda kıza olan acımam harici suçluluğun aşırı ağırlığı bir anda çözüldü, lanet kalktı, vicdan azabı söndü. “Ben”, “herhangi biri” oldu. İşte o an o herhangi birine şefkat duydum. O piyon için üzüldüm. O piyona acıdım. Kabullendim, affettim, barıştım.

Şimdi eve gidip o yüzü olmayan hemşireyi çizeceğim. Onun için bir mum yakacağım. Onu bileceğim, tanıyacağım, kabul edeceğim…

Rastgele…

Hemşire

Hemşire

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...