Gördüğüm Düşümden Büyük Bahçe Yok

 

 

 “Yürüyorum Düş Bahçelerinde. Gördüm düşümden büyük bahçe yok.

Yüreğimin kuşları konmuş telgrafın tellerine. Neşesi gurbet selamlarından çok

A benim dilsiz dillerim A benim sessiz ellerim

Yakala hayatı saçından tut Hayatı çevir yüzüne öp öp”

Yürüyorum Düş Bahçelerinde, Sezen’in dediği gibi…

 

 

İçeridekiler ve dışarıdakiler, düşünceler ve eylemler, insanlar, planlar, payıma düşenler; her biri kendi düzeninde ruhumla kendince sohbette.

İnsan, düşlerine ulaşmak için bir nedenin ardından yola koyulduğunda ve o yol yaşamının bir parçası hem de epeyce büyük, değerli, derin bir parçası olduğunda kendini inişli çıkışlı duygu durumlarına kaptırabiliyor. Bir yanı haydi yola çıktın, bak ne muazzam bir serüven seni bekliyor diyor. Ya o diğer yan, yürümeye yeni başlayan bir bebeğin attığı her adımda dur yapma düşersin diyerek çokça iyi niyetli ancak kısıtlayıcı koruma refleksiyle kucaklıyor. O zaman gelin adlarını koyalım bu tahterevallinin iki ucundaki yol arkadaşının: ENDİŞE VE CESARET

Kahvenizi ve şarkınızı (mutlaka okurken size eşlik eden bir şarkınız vardır değil mi?) yanınıza alın ve hissedin; hangi yöne çevireceksiniz yüzünüzü? Zor bir soru değil mi…

Kar tanelerinin gökyüzünden süzülüşünü izlediniz mi hiç? Telaş etmezler. Varacakları yeri yeryüzünü görmeleri onlar için yeterlidir. Rüzgâr esebilir, fırtına çıkabilir,  başladıkları noktadan çok daha ötelere, bambaşka nehirlere, dağlara, okyanuslara savrulabilirler. Bunu önemsemezler, direnmezler, endişelenmeden yollarına devam ederler. Bir yere varacaklarına inanarak, sisteme güvenerek, belki de bir ölçüde kendilerini olana, akışa bırakarak sadece süzülürler. Bu sakinliğe, bu devam etme itkisine, bu onları yola çıkaran o her neyse ona tutunurlar.

Yollarımızın taşlara, kayalara, kasırga ya da yakıcı güneşe açılması bizim o yolu katedemeyeceğimiz anlamına gelmiyor, bunu söylemeye çalışıyorum. O yolda ilerlediğimizde o sakinlik ve devam etme itkisiyle karşımıza çıkan her yeni deneyime kendimizi açtığımızda; karşılaştığımız her zorluk tanımını deneyim kavramıyla algıladığımızda oradan öğrenerek çıkarız. Yola çıkmak kadar yolda olmanın da çok değerli olduğunu kendimize hatırlatırız. Ellerimizde tuttuğumuz endişe yavaş yavaş dönüşür ki dönüştüğü şey cesarettir.

Endişeler bizim bir parçamız ancak efendimiz değildir.

Onlar sadece sürdürdüğümüzde ve o olduğumuzda besleniyorlar. Adını koyduğumuz, küçülttüğümüz zamansa giderek yok oluyorlar. İnanç ve cesaret endişenin panzehiri, her şeyden önce bunun farkındalığı güzel. Korku ve endişe frekansından çıktığımız zaman bir üst frekansa eriştiğimizde geriye dönüş yok. Bu yeni farkındalık, yeni bir basamak duygu durumumuzu, iç konuşmalarımızı, kaygılarımızı düzene koyar, harekete geçmemizi sağlar.

Demem o ki endişelenmek mecburiyetinde değiliz. Hayat yolculuğunda her şey insan için, insana özgü, anlamlandırmaya çalışmak; ona karşı durmak yerine ona rağmen-onunla beraber o deneyimin içinden geçmek sorularımıza yanıt bulacağımız bir bakış açısı kazandırabilir. Minicik, kıymetli hayatlarımızda başımızı bizi var eden ve sonra da içine alan toprak anadan biraz yukarı kaldırdığımızda, resmin bütününe baktığımızda bunu kavramak daha kolay olabilir. Kendimizi merkeze alarak uzaya doğru hızla yükselen bir kamera hayal edin, giderek küçülürüz ta ki nokta kadar dahi görünmeyene kadar. Kendimiz, çevremiz, insanlar, coğrafya; o fotoğraf karesinin içine girenler bir de bakmışız ki tıpkı bizim gibi fark edilmiyor. Hani nerede kaldı o takıldığımız, büyüttüğümüz, anı kendimize dar ettiğimiz zamanlar? Bunu kabul edebilmek ve varlığımızı da yok saymadan yaşayabilmek cesaret değil de nedir? Tam da şu anda her neredeyseniz sizin de yapmaya çalıştığınız bu değil mi?

Unutuyoruz, hani kendime de çok sık söylüyorum bunu gerçekten unutuyoruz. Hatta bazen kendimizle o kadar meşgul oluyoruz ki tüm dertler bizim hanemize yazılmış, tüm bilinmezlikler payımıza düşmüş gibi hissedilebiliyoruz. İnsanlık hali, oluyor bazen. Yaşam bir bütün ve biz de o bütünün parçasıyız. Yaşamın ete kemiğe bürünmüş haliyiz. Her ne yaşarsak yaşayalım güneş yine doğuyor, ay yine türlü türlü hallere bürünüyor Yine kayan bir yıldız gördüğümüzde aaa bak yıldız kaydı hadi bir dilek tutalım diyoruz. Bir kedinin başını okşadığımızda boşuna yaşamadığımızı hissediyoruz.

Hayat boşlukları sevmiyor. Biz kendi irademizle bir şey yapmadıkça ya da korkunun-endişenin yerini cesaretle doldurmadıkça tabii ki görevi devralıyor, biz dolan o boşluklara razı gelmek zorunda kalıyoruz.  Bu alelade yaşam tarzını göze alıyor muyuz, istediğimiz bu mu bunu kendimize sormamız iyi gelebilir.  Eğer öyleyse şikâyet etmeye hakkımız olmaz sanırım, tecrübelerimle ve tecrübelerinizle sabit.

Med cezirlere rağmen biz, hedefi ve inancı gökyüzünden yeryüzüne ulaşmak olan kar taneleri gibi yaşayalım, çünkü eminim siz de hemfikirsinizdir ki o minik kar tanesine yaklaştıkça nasıl kristalize biz özü olduğunu fark edeceğiz. Uzakta kalırsak keşfedemeyiz, yakına gelirsek o birbirine hiç benzemeyen kristalize yapısıyla her bir taneciğin kendine özgü, eşi benzeri olmayan biricik olduğunu görebileceğiz. Kar tanesi gibi görelim kendimizi, yeniden, bir kez daha yükselir, belki bir sonrasında bambaşka bir yeryüzü parçasına düşeriz. Başka yollardan, deneyimlerden korkmayız belki o zaman; cesaretle harekete geçeriz, bambaşka yollara enerjimizi katarız, yeniden çoğalır, yeniden var oluruz.

Yakına gelmek… Sanırım ihtiyacımız olan bu. Cesaretin yakınına gelmek. Umutsuzluğa kapılmak için zaman çok kısa. O iki sırlı levha içinde gökyüzü ve yeryüzünün arasında olabileceğimiz en iyi halimizle yolumuza devam edelim. Belki büyürken, korkunun elini bırakma cesaretiyle başlayabiliriz; o da bu farkındalığı yaşamaya hazır olanlara dokunabilir, böylece onların uyanmasına vesile olur. 

Tıpkı dünyadaki sonsuz sayıda kar tanesinin yaptığı gibi,

Onlar yapabildi

Bizim için neden olmasın?

İçtenlikle

 

 

 Ayşegül Ekşioğlu

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...