Rüzgar hafif hafif esiyor, püfür püfür bir huzur yayıyordu etrafa. Denizin hemen kıyısında, ahşap bir verandada oturuyordu. Ayaklarının ucunda çakıl taşları, biraz ötede bir rüzgar çanı… Her esintiyle çınlayarak sessizliği deliyordu. Tam da öyle bir anda çaldı işte, hafif bir tını, ama o tınıyla birden bozuldu içinde büyüttüğü sessizlik.
Dalmıştı. Sonsuz maviliğe, dalgaların ritmine, gökyüzünün o tarifsiz tonuna... O an, hiçbir şey düşünmüyordu gibi görünse de aslında her şeyi düşünüyordu.
İrkildi birden. Güneş, ne zaman bu kadar yakıcı olmuştu? Tenini kavuracak kadar sarmıştı ama farkında bile değildi. Aklı hep ondaydı. Onun sesi, gülüşü, gelişiyle değişen zamanlar...
“Kafamı toplayamıyorum,” diye geçirdi içinden. “Aklım, fikrim hep sende. Nasıl döner bu akıl başa, bilmiyorum.”
O an, hayaller sardı etrafını. Birlikte yapılan yürüyüşler, hayal edilen ev, uzak bir şehirde kurulacak hayat... Her şey hâlâ canlıydı içinde.
Gözlerini kapadı. İçinden bir ses fısıldadı:"Akıp giden hayatın hızında, milim milim ilerliyor sensizlik ruhumda..."
Her geçen gün bir şeyler eksiliyordu içinden ama aynı zamanda bir şeyler de büyüyordu. Umut gibi, bekleyiş gibi.
“Doluya koysan almaz, boşa koysan dolmaz,” dedi kendi kendine. Ne yaparsa yapsın içindeki boşluk tamamlanmıyordu. Ama yine de zaman akıyordu, ve o zamanın içinden minicik adımlarla gelen bir umut vardı.
Belki de her geçen gün, o bebek adımlarıyla ilerleyen zaman, onu biraz daha yaklaştırıyordu sevdiğine.
Belki bir sabah, yine böyle bir rüzgar eserdi, rüzgar çanı çalardı…
Günaydın sevgilim...
Arzu Koloğlu