Özlem Kalkan Erenus derKi
Mahfilin Afili Fili
Filin karnındaki üç tunç tastan ağır olanı dibe oturunca, ince bir ıslık sesi mermer duvarlarda yankılandı. Katip, oturduğu yerde yavaşça döndü. Gözleri yakutlarla süslü altı başını kaybetmiş ejder, ağzına düşen bronz topun ağırlığıyla boynunu eğerek, topu altın işlemeli vazonun içine bırakıverdi. Hükümdarın keyfine diyecek yoktu. Fil seyisi, elindeki tokmağı tüm gücüyle filin metal başlığına indirince, dört balkonlu kabul salonunun kadife perdeleri hafifçe titredi. Bronz topun yolculuğu ne yaz biterdi, ne güz, ne az giderdi, ne uz... Filin boynu boyunca yuvarlanmaya devam etti...
Yüksek Rönesans döneminin ünlü sanatçısı Leonardo da Vinci'yi (1452-1519) bir mühendis ve mucit olarak da hemen herkes tanır. Peki Leonardo'dan yaklaşık 300 yıl önce Anadolu topraklarında yetişmiş bir bilim adamı ve mühendis olan Cezeri'nin Leonardo da Vinci'nin ilham kaynakları arasında bulunabileceğinden kaçımız haberdarız?
Artuklular döneminde, 12. yüzyıl sonlarında Diyarbakır yöresinde, Fırat ve Dicle arasında bulunan el-Cezire bölgesinde doğup, burada yaşayan, 13. yüzyılın büyük dehası Bediüzzaman el-Cezeri'nin bilim ve teknoloji tarihine bıraktığı miras, günümüz dünyası için bile oldukça ilgi çekici özellikler taşır.
Artuklu Sarayında, 1181-1206 arasında, kesintisiz 25 yıl boyunca saray mühendisi olarak görev yapan Cezeri; su saatleri, mum saatleri, el yıkama ve abdest alma aparatları, kan almada kullanılan ölçme aletleri, şifre kilitli sandıklar, otomatik müzik düzenekleri ve misafirlere içki sunan ya da sabun ve havlu uzatan çeşitli robotların yanı sıra, yaşadığı dönemin tarım devrimine önemli katkıları olan fıskiyeler, suyu yukarı taşıyan terfi araçları ve su pompalayan makineler tasarlamış ve bunları imal ederek, çalıştırmıştır.
Tüm ortaçağın en önemli mühendisi olarak anılan Cezeri, sibernetik biliminin ve robot teknolojisinin de öncüleri arasında kabul edilir.
1206 yılında tamamladığı düşünülen, kısaca "Kitab-ül Hiyel" olarak bilinen ve tam adını "Mekanik Biliminde Bilgi ve Uygulamanın Bir Araya Getirilmesi" şeklinde türkçeleştirebileceğimiz kitabı, mühendislik uygulamalarıyla ilgili olarak günümüze ulaşan en eski el yazmalarından biridir. Artuklu hükümdarı Nasireddin Mahmud’un isteği üzerine yazdığı bu eserde Cezeri, sayıları elliyi aşan çeşitli makine ve araçların tasarım ve üretim sistemlerini anlatır. Gerek yazım üslubu, gerekse anlatımlara eşlik eden renkli resimleriyle, kitabın kendisi de sanat değeri taşıyan bir eser olarak değerlendirilir.
Cezeri'nin eseri incelendiğinde, Antik Yunan döneminden kendi yaşadığı döneme kadar oluşan geleneksel mühendislik birikimini ayrıntılı olarak incelediği ve kendi katkılarıyla daha da geliştirdiği görülür.
Cezeri, altı kitaptan oluşan eserin giriş kitabının başında, Arşimed’in su saati çalışmalarını inceler ve kendi buluşu olan sistemleri kullanarak, zaman ölçümünde daha hassas sonuçlara ulaşmayı başarır. İlerleyen bölümlerde, şamandıraların suda alçalırken ya da yükselirken bir ipi veya zinciri çekmek suretiyle belirli mekanizmaları çalıştırdığı çeşitli makine ve robotların yapımını anlatır. Tasarladığı fıskiye sistemlerinde, 9. yüzyılın en tanınmış fizikçileri arasında yer alan Musa Kardeşler'in çalışmalarından aldığı etkileri ve kurduğu çeşitli düzenekler için, kendinden önce yaşamış pek çok bilim adamından almış olduğu ilhamları aktarır ve onlara atıflarda bulunur.
Teorik bilgiler vermekten çok; mekanik mühendisliğinin statik denge, su hareketleri, hava ve boşluk prensiplerinin pratik kullanımını örnekleyen araç, makine ve robot yapımlarını ayrıntılı biçimde anlatır. Bu yaklaşımıyla, uygulamacı bir bilim adamı olduğunu gösteren Cezeri, teori ile pratik ilişkisine özel bir vurgu yapmaktan da kaçınmaz. Ona göre; “uygulamaya dönüştürülmeyen her teknik ilim, doğru ile yanlış arasında bir yerde asılı kalır.”
Cezeri'nin geliştirdiği en ilgi çekici araçlardan biri "Filli Su Saati" adıyla anılır. Filli Su Saati, günü 24 eşit parçaya ayırır ve işaretini her yarım saatte bir verir. Küçük sayılabilecek bir konstrüksiyon içinde, birbiriyle ilişkili çok sayıda mekanizmanın oluşturduğu, oyunsu bir düzenek sunan bu araç, seyirlik özellikleriyle de dikkat çeker. Bir filin halıyla örtülmüş sırtında kare biçimli bir kürsü, kürsünün köşelerindeki sütunlar üzerine yerleştirilmiş bir hisar, hisarın üzerinde bir kubbe ve onun da üzerinde Zümrüdüanka kuşu görülmektedir. Hisarın ön tarafındaki balkonda, Selahaddin Eyyubi olduğunu anladığımız bir adam oturmakta ve her iki yanında birer şahin bulunmaktadır. Balkonun sütunları arasında yer alan bir platformun üzerinde, elinde kalem tutan bir katip oturur. Platformun üzerinde 7,5 derecelik dilimlere bölünmüş bir yay görülür. Filin boynuna oturmuş halde, sağ elinde kazma sol elinde tokmak tutan, bir de seyis bulunur. Filin boynunun her iki tarafına birer vazo yerleştirilmiştir.
Söz konusu görsel unsurlardan fil Hint kültürünün, Zümrüdüanka kuşu eski Mısır kültürünün, halı İran kültürünün, sütunların arasında görülen ejderha başlı yılanlar ise Çin kültürünün simgeleridir. Ayrıca hükümdar, katip, seyis gibi, toplumun farklı katmanlarından insan figürlerine yer verilmiştir. Cezeri'nin yaşadığı yıllarda, Atlas Okyanusu kıyılarından Kuzey Hindistan ve Orta Asya'ya kadar uzanan bölgede en parlak dönemini sürdürmekte olan İslam medeniyetinin evrenselliği ve toplumsal kurgusu, sembolik bir anlatımla bu saatin yapısında ifade bulur.
Filin karnındaki havuzda yüzen, "tarcehar" adı verilen tas, alt tarafındaki delikten su alarak yarım saat boyunca yavaşça batarken, kendisine bağlı bulunan üç tane ipi çekerek mekanizmayı harekete geçirir. Bu sırada kubbenin üstünde oturan katip yavaşça döner ve elindeki kalemle önündeki çizelge üzerinde dakikaları gösterir. Yarım saatin sonunda tas hızla alçalıp dibe batınca kuş sesine benzer bir ses çıkarır ve tepedeki Zümrüdüanka kuşu bir süre döner. Bu esnada hükümdar, bir yanındaki şahinin gagasının üstünde duran elini kaldırmakta, diğer eliyle ise öbür tarafındaki şahinin gagasını tutmaktadır. Yine aynı anda hükümdarın arkasında, Cezeri’nin köşk adını verdiği kapalı bölmede bulunan bronz toplardan biri, serbest kalan şahinin gagasından, ejder başlı yılanın açık ağzına düşer. Yılanın, ağzındaki topla ağırlaşan başı alçalır ve bronz top bu kez filin omuzlarında bulunan iki vazodan birine düşerek, vazonun ağzındaki zilin çalmasını sağlar. Başı hafifleyen yılan, tekrar eski yerine çıkar, katip de bu esnada başlangıçtaki konumuna geri döner. Bronz top, vazodan sonra filin boyun boşluğuna girerken, seyis, sağ ve sol elindeki tokmak ve kazmayla filin metal başlığına birer defa vurur. Bütün bunlar olurken boyun içinde ilerleyen bronz top, boynun alt kısmından çıkar ve filin göğsündeki bir zile çarparak yerdeki kutuya düşer.
Yarım saat sonra, tepedeki kuşun dönmesiyle aynı hareket ve sesler yeniden başlar. Cezeri’nin yaşadığı coğrafyada 14,5 saat olan en uzun gündüz veya en uzun gece boyunca, köşkten tam 29 bronz top düşer. Düşen toplar gündüz veya gecenin sonunda tekrar köşkteki yerlerine konarak, saat yeniden kurulur. Sonra yeniden ve yeniden...
Zaman dediğimiz bu doymak bilmeyen mahluk, dünü çoktan sindirmiş, yarına daima açtır. Bronz toplar, kaybedecek bir saniyesi bile olmayan zamanın içinde, filin boynu boyunca yuvarlanır, yuvarlanır, yuvarlanır...
Kaynak: http://www.jazarimachines.com/tr/
ÖZLEM KALKAN ERENUS