Unutup, yok saydıklarımız bir bir dökülürken yolumuza, eğilip birer birer topluyoruz umutları şimdi. Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır da ya hep; bu Mart kapıdan bile bakamadan yaktıklarımızı doğuruyoruz küllerinden.
Emeklilik hayallerine sarılı yarınları bırakıp biraz dünümüze döndük sanki. Düşünüp de zamansızlık bahanesiyle arayamadıklarımızı aradık. Seni seviyorum diyebilmenin kıymetiyle sevdiklerimize bir şey olmasın, bir an önce geçip gitsin diye kendi inancımız ya da inançsızlığımızda dualar ettik... Gerekli gereksiz dertler edinip, istemeden dahi olsa da sevdiklerimizi kırdığımız zamanların gölgesinde ertelediğimiz ne varsa gerçekleştirebilir miyiz diye düşünür bulduk kendimizi... Düşündükçe ne çok şeyi ötelemişiz anladık... ya da yine anladığımızı zannettik... başımıza gelenler bir sebepten ötürü hep bilsek de, geçip gidince hafızamızı sıfırlama konforunu seçtik... İnsan olmanın ilk ve değiştirilemez gücü aklımızı, duygularımızla yoğurup hayy’dan gelenin hu’ya gittiği bilincini edinmek için, bu günlerde bolca verilen zamana sığamadık... Çünkü hayal edemeyince, içimizde umudu besleyemedikçe zamanın tek başına ne kadar anlamsız kaldığını deneyimledik... İçimizde korkuların en büyüğü ölümü besledikçe zaman bir zenginlik değil, zindanımız oldu... Oysa ölüm de hayatın en çıplak gerçeğiydi, unutarak yaşamayı seçtik... Hiç ayrım yapmadan herkese dokunabileceğini bildiğimiz halde, ancak tüm dünyayı aynı mevsimde buluşturunca anladık... yoksa dünyanın her yerinde hem de çok adaletsizce buluşuyordu insanoğlu bu gerçekle... ama o yılan bize dokunmadıkça görünmez oluyordu ya, bize bu kadar yaklaşmasını sevmedik... Sonra döndük, sorduk kendimize... Madem kıyamet dediğimiz an bu kadar kolayca sokulabiliyor yakınımıza, neden yaşarız yaşamaktan korkarcasına diye...Cevaplar bulduk mu, sanmam... İçimize korku düştüğünde, cevaplardan çok sorular çoğaldı beynimizde.
Şimdi bir çıkış yolu ararken, birlik bilincini güçlendirmek için hiçlik bilincini özümsememiz gerek... Ne olacağımızdan çok ne olduk diye bakıp, daha iyi bir insan olmak için nakış gibi ömrümüzü işlemek gerek... ne kadar yaşadığımızdan çok, yaşadığımız hayatı vicdanımızla, sevgiyle ve hoşgörüyle süsleyerek paylaşmak gerek...
Yollara düşüp güneşi ruhumuza, nefesi içimize çektiğimiz zamanların hatırına, bugüne kadar dert diye başucumuza koyduklarımızdan kurtulup, kalp kırmadan, kırdıklarımızı içten temize çekerek, kendimiz için ne istiyorsak tüm insanlar ve insanlık için de fazlasını isteyerek, okyanusta bir damla olma cesaretiyle son cemrenin kalbimize düşmesine hazır mıyız?
Gözlerini kapat ve dön içine... Hayallerini bu sefer sadece kendin için değil, sevdikleriyle sımsıkı ve uzun uzun sarılmayı özleyen herkes için baştan kur... Ki her şerde bir hayır olsun...Ve ey dost; güneş doğsa bile her eğri merdiven basamağının gölgesi de eğri olacak, sakın unutma...
Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’de doğmuştur. Lise öğrenimini Denizli Anadolu Lisesi’nde, üniversite eğitimini ise Orta Doğu Teknik...
1978 yılında Niğde’de memur bir aile...
“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...
2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...
İstanbul’da doğdum, Pertevn...
1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...
1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...
1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....
1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...
Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...
İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...
...
1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...
Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...
1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...