Bir uçurumun kıyısı ya da gün batımının akılda en güzel kaldığı bir yer, işte öyle bir yerde rastladım ona. Eğrelti yeşili ceketinin yakasını düzelttikten sonra sol elini siyah pantolonunun cebine soktu. Diğer elinde bir kitap vardı. Aramızdaki mesafeden beni farketmesi zordu, ben de yaklaşmak istediğim halde adım atamıyordum. Bir süre öylece durdum. Aradan ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum, ufak bir irkilmeyle kendime geldim. Kuvvetli bir rüzgar esti. Ondan güç alarak adım atmaya başladım. Kalp atışlarım hızlandı, avuçlarım terliyordu. Az önce koşarak kat edemeyeceğim mesafeyi on adımda tamamlamıştım. Omzuna dokundum, bana doğru döndü ve gülümsedi. Göğün sonsuzunda bir ışık fırtınası koptu. İkimizde gözümüzün ardındaki dünyayı görebilecek kadar yakın bir mesafeden bakıyorduk birbirimize. İnce bir kavis oluşturan kısa saçlarının kıyısından alnının dar düzlüğüne yayılan çizgiler vardı. “Vay be!” dedim. “Doğduğu güne yakın duran yaşına kim bilir ne duygular sığdırmıştı da onlar da gelip yüzüne yerleşmişti.” Aynaya her baktığında sanki “işte buradayız, nereye gitsen seninleyiz” diyen hatıra izleriydi bunlar…
Ben en çok – onu hayal ettiğim zamanlarda- gözlerini merak etmiştim. İşte burada, karşımda milyar yıl kadar önce var olmuş bir yıldızın parlaklığıyla duruyorlardı. “Muazzam bir duruş!” Kaşlarının ve burnunun, gözleri var edildikten sonra onlara eşit şekilde çizilip yaratıldığından emin olabilirdim. Fakat dudakları! Her şeyin başlayıp bittiği yer. Onunla karşılaştığımda neler konuşacağımın provasını yaparken ses tonunu merak eder, sanki bana söylemesini istediğim kelimeleri o söylüyormuş gibi ses tonumu değiştirerek karşımdaki benle konuşurdum. İkinci kelimede saçmalamamla son bulan dakikalardı bunlar. Ben heyecandan konuşamıyordum; o da söze başlayacakmış gibi bir hamle yapıyor, susuyordu. Söze önce ben başladım:
“Hoş geldin! Uzun zamandır bu an’ın hayalini kuruyordum. İyi ki geldin.” dedim. Gülümsedikten sonra dudakları aralandı. Bir şeyler söylüyordu ama ağzından çıkan kelimeler kocaman bir sessizliğe dönüşüyordu. Anlamadım. Bir süre bekliyor sonra yine bir şeyler söyleyecek oluyordu ama yine sesi çıkmıyordu.
“Seni duyamıyorum,” dedim.
Duraksamadan konuşan bir insan rahatlığında söylemeye devam etti. Duymadığım kelimeleri dudak hareketlerinden çıkarmaya çalıştım.
E.. E harfiyle başlayan bir kelime yakalamıştım. Dudağının yuvarlaklaşmasından “Elo” gibi bir şey çıkıyordu. Ama sonunu anlayamadım.
Aklıma çantamda duran not defterim geldi. “Sen yaz en iyisi,” dedim. Başıyla onayladı.
Ayaklarımızın altından uçurumun kıyısına doğru uzanan yeşil örtünün üzerine oturduk. Bir eliyle hala o kitabı tutuyordu. Kalemin kapağını çıkartıp yazmaya başladı. O yazdıkça harfler siliniyordu. Tekrar deniyordu ama yok, ne yazsa sayfa beyaza dönüyordu. Yazdığı harfleri silinmeden tek tek aklımda tutmaya çalışıyordum:
“ M.. E.. K.. S…”
Meks de nedir? Bir anlam veremediğim bu kelime yine silinmişti. Yazmaktan da vazgeçti. Tekrar ayağa kalktık. Avucuyla yanağıma dokundu. Bir insan bir avuçta ne kadar sıcaklık taşıyabilirse işte o kadar sıcaklık yayıldı tüm bedenime. Gülümsedi, zamana yeni zamanlar eklendi. Elindeki kitabı uzattı bana. Kitabın kıyısında “İ” harfi duruyordu. Sayfaları hızlıca karıştırdım, hepsi boştu. Durdu, sarıldı. Bir rüzgar esti, ılık bir rüzgar. Pencereden odaya dolan gün ışığına uyandım…
1987 yılında Bolu’da doğdu. Dokuz Eylül üniversitesi Yerel Yönetimler ve Anadolu üniversitesi Kamu Yönetimi, Adalet bölümü mezunudur. Amas...
1978 yılında Niğde’de memur bir aile...
“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...
2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...
İstanbul’da doğdum, Pertevn...
1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...
1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...
1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....
1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...
Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...
İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...
...
1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...
Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...
1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...