Bazen ne konuşuyorum, bilmiyorum. Ne anlattım, nerede susmam gerekti. Bazen canım sadece durmak istiyor. Durup öylece bakmak, gördüklerimi kimselere anlatmamak, saklamak hep kendime saklamak; ama sonra koşmak, deli taylar gibi koşmak! Bir şeylere anlam yüklemekten yoruldum artık. Şu delicesine esen rüzgarın çam ağaçlarının dallarını savurmasına bile bir anlam yüklemekten; kuşların kanatlarına, henüz gelmemiş bahara, henüz gelmemiş yâra, bir şeylerin manasından mana çıkarmaya, gidemediğim yollara, hep bir hasret hep bir vuslat söndüremediğim bir ateş gibi bağrımın orta yerinde yanıp duran! ne yapmalı yani içindeki vahşi güdüleri çıkarıp ortaya mı atmalı? Bir şeyler okudum, bir şeyler izledim, bir şeyler dinledim olmadı. Bir şeyleri anlamlandırmaya, anladıklarımı anlatmaya çalıştım -ki dünya üzerinde, insanlara anlatmak kadar yorucu bir girişim olabilir mi, zannetmem! Ne anlattığımla ilgilenen kimse olmadı. Neyi anladığımla, neye yakındığımla, neyi özlediğimle ilgilenen bir kimse olmadı. Yalnızlık bu değil mi zaten? Yani ben mental yalnızlıktan bahsetmek isterim tabii. Yoksa dile indirgenmesi en kolay söz öbeğidir kendileri. Yalnızım işte, evdeyim. Oda bana bakıyor ben duvara bakıyorum. Artık kuş bile konmuyor pencereme. Yalnızım. Sen de yalnız değil misin zaten? Ama şu kafamın içerisindeki yalnızlık, şu uğultulu sesteki yalnızlık bambaşka. Bedenimi tek başına soğuk bir yatağa koyabiliyorum, kendimi uyandırıyorum, kendimi doyuruyorum, ayaklarıma yürü, diyorum "yürüyün hadi", yürüyorlar. Kendi kendime konuşuyorum, kendimle susuyorum. Yaralarım kanıyor, kanayan yaralarımı kurutuyorum. Ama mesela çok düşünmekten yorulduğum akşamlarda şu başımı artık duvara, koltuğun kenarına, yastığa falan yaslamak istemiyorum. Bir şeyler anlam kazansın istiyorum, çok mu şey istiyorum siz söyleyin? Ben artık kendi yaralarımı sarmak istemiyorum, lütfen izin ver seninkileri sarayım. Sana iyi geldiğimi bilmek beni ne kadar da yüce bir varlık olmaya kutsar öyle değil mi? Belki sen bana unuttuğum yahut hiç hatırlayamayacağım kadar uzağımda duran öyküleri anlatırsın ve belki benim gitmek istediğim yollara gelirsin. Ama diyorum ya çok şiddetli bir rüzgar şu çam ağacının dallarını oynatıyor. Kendimi, işte bu şiddetli rüzgardan sarsılan ağaç dallarına konmaya çalışan bir serçe gibi hissediyorum. Ya da bir güvercin, ya da bir karga -türününbirönemiyok!- Dalına konsam, rüzgar beni de düşürür belki. Yahut ben sıkıca tutunurum ve beni gören kuşlar da cesaretlenip yanıma doğru kanat çırparlar. Ama diyorum ya esas mevzu ağacın dalına yaklaşabilmekte. Bu alçak rüzgar yaklaşmama izin bile vermiyor... Lütfen pencerelerinizin önlerine biraz ekmek kırıntısı koyar mısınız? Karnım çok acıkıyor.
*
Siz insanlar kuş dertlerinden ne anlarsınız ki zaten!
1995 yılında Adana’da doğdum. Mersin üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümü mezunuyum. Ankara’da yaşıyorum. L...
1978 yılında Niğde’de memur bir aile...
“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...
2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...
İstanbul’da doğdum, Pertevn...
1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...
1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...
1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....
1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...
Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...
İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...
...
1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...
Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...
1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...