Sandalyede. Bacakları hareketsiz. Gövdesiyle dirseklerinden masaya abanıyor. Sırtında kamburunun getirdiği yük. Başı omuz hizasından ileri uzanan garip bir duruşta. Bileğindeki rahatsız açıya karşın sağ eli sürekli farede, hareketli. Sanki bilgisayarla bu noktadan bağlı fiziksel bir bütünler. Bakışı önündeki ekranda, belki saatlerdir. Birtakım tablolar, veriler, hesaplar, tarihler, sayılar … Sayfalar halinde, durmaksızın, biteviye elektronik bir sonsuzluğa doğru akıyor. Gözleri parlak ışıktan kızarık. Biri onları çukuruna doğru ittiriyormuş gibi acıyor. Ekranda bu kadar zamandır neyle uğraştığını bilmediğini fark ediyor bir an. Başını kaldırıp etrafına bakmak istiyor. Boynu tutuk, tüm canı orada gibi ağrıyor. Gerinme ihtiyacı duyuyor. Bacaklarını oynatmaya davranıyor; çok zorluyor ama olmuyor. İş seyahati dönüşlerinde, yorgunluktan iki büklüm uçak koltuğunda sızıp iniş anonsuna rağmen doğrulamamak gibi. Kaslarına biraz zaman tanıyor. Sonra yine deniyor. Hareket etmiyorlar. Bedenine söz geçirememek ürkütüyor. Geçen tatilde Amsterdam’da içtiği shark bite‘ı anımsıyor. Öylece kaldırım kenarına oturup kalmış, dizlerinden aşağısını hissetmemişti. İki ayağı olduğu ve bunların üstünde yürüyebildiği bilgisi beyninden silinip gitmişti uzunca bir süre. Önce korkmuş, çaresiz bir sülüğe dönüştüğünü, yanından geçenlerin ise biraz sonra onu zevkine ezecek gibi devleştiğini zannetmiş ve bir an önce hareket etmezse çıkan pestilinin zil zurna bir ayyaşın sidiği ile en yakın kanalizasyon mazgalına akacağı dehşetine kapılmış ama sonra bir cigara yakıp harman olan kafasından uydurduğu şarkıları, çocukça bir aldırmazlıkla, bağıra çağıra ona buna okumuştu. O zaman bir sürü insan vardı, eğlenmişlerdi. Şimdi bilinci ile bir başına, bedeni bile yanıt vermiyor ona. Vahşi bir ormanın derinliklerinde yalnız kalmış gibi kadim bir korkuya kapılıyor. Bu korku, tamtamlarla haberleşen yerliler gibi diğer korkuları çağırıyor. Gelecek korkusu bitiyor içinde önce; yanında çocukları, kötü şeyler olacak korkusu ile başaramama korkusu. Sonra geçmiş korkusu katılıyor aralarına, ikizi kadersizim korkusunu da getirmiş. İçinde diri diri yeneceğini bildiği bir yamyam kazanı kaynıyormuş gibi terliyor. Sıcak onu titretiyor, aniden bacakları çözülüyor. Sandalyeden kalkıyor. Oturduğu yer, iş yerindeki kübik alanındaki masa ama etrafı pek tanıdık değil. Kendi küpüne benzer onlarca alanın defalarca yinelenmesinden oluşan bir labirent. Arkasında, önünde, sağında, solunda uzanıyor. Uzakta bir acil çıkış işareti tanıdık geliyor, yürümeye başlıyor. Yürüdükçe masasından uzaklaşıyor ama işarete aynı oranda yaklaşamıyor bir türlü. Az önce ekranda neyle uğraştığını hatırlayıp aniden duruyor: Sabah üst yönetime sunması gereken ve bir türlü denkleştiremediği Q2 Budget. Revenue hedefinin tutturulacağını kanıtlaması lazım ama yeterli backlog yok. Eksiği new orders ile kapatacak ama fabrikadan aldığı delivery time ile bu imkânsız. Birden bir zil çalıyor. Asabi asabi gülmeye başlıyor. Aydın’daki ilkokul zilinin ofiste ne işi var? Kahkahası aniden donuyor. Karşısında anımsadığı en son haliyle öğretmeni Celal Bey. Koyu kahve çizgili bir takım elbise, içinde baklavalı bir süveter ve sarımtırak gömlek. Elinde kalın tahtadan otuz santimetrelik bir cetvel. Pos kara bıyıklarının arasından bir şeyler mırıldanıyor. Sunumu yine zamanında bitiremediği ile ilgili memnuniyetsiz ifadeler bunlar. Celal Bey’den korkusuna ödevleri hep bir gün erken bitirirdi ama sunumla ne ilgisi var ilkokul öğretmeninin. O yıllara dair anımsadığı çocuksu hatıralarla Celal Bey’in duvara sürtmekte olduğu cetvelin sinir edici sesi arasında endişe dolu bir uçurum oluşuyor. Zaten Celal Bey’in suratı, üst yönetimdeki hiç hoşlanmadığı Mr. Pushy’ninkine dönüşüyor elektronik bir cızırtıyla. Her toplantıda, tecrübesinin ve konumunun gücüyle, en küçük yetersizliği, eksikliği, gecikmeyi büyütüp kokusunu aldığı özgüvensizliklerden insanı kıskıvrak yakalayan ve kurumsal dilin yüzeysel nezaketiyle çalışma hayatlarını ince ince özürleyen Mr. Pushy’ten hep uzak durmaya çalışır. Onun anadilindeki kıvrak ifadelerini, kolej veledi iken öğrendikleri ile tam karşılayamamaktan, bir ahmak gibi görünüp rezil olmaktan çekinir hep. Toplantılarda o varsa siner bir köşeye, görüş alanından kaçar, asla ilk söze giren olmaz, hava uygun olmadıkça ses etmez hiç. Şimdi ise bakışlarını doğrudan ona dikmiş geliyor, kaçması mümkün değil. Aklına sunumun hala hazır olmadığı geliyor. Ağzı kuruyor. Nabzı hızlanıyor. Mr. Pushy, Celal Bey’in şivesi ile “len aç elini bakem bitti mi sunum” deyiverince durumun saçmalığına bir kahkaha patlatıyor. Gülmesi avucuna şaplayan cetvelin acısı ile yarıda kalıyor. Mr. Pushy ciddi, vaktinde yetiştiremediği sunumun hesabını soruyor. Cetveli boğazına dayıyor. İşin gülünecek tarafı kalmıyor, nefes alamıyor. Alnı ter içinde. Panikten nabzı hızlanıyor. Kalbini ölüm korkusu sarıyor. Son bir imdat, çığlık atıyor.
Yatağından nefes nefese sıçradı. Ağzı kupkuru. Gecenin sessizliğinde kalp atışları duyuluyordu. Ona bir yabancınınki gibi geldi, inanamadı. Kalktı. Açık pencereden başını uzatıp derin derin nefes aldı. Hiç rüzgâr esmiyordu. Karanlığa rağmen hava hala bunaltıcıydı. Nabzı yavaşlayınca mutfağa gitti. Su içti. Biraz ferahlar gibi oldu. Fırının saatine baktı, sabaha karşı dört. Ondaki sunuma kadar daha vakti vardı. Dizüstünü alıp yatağa oturdu. Sunumu açtı. Sessizlik çalıştırılan bir araba sesi ile bozuldu. Kapılar açıldı. Bagaja bavullar konuyordu. Merakını yenemeyince perdenin aralığından aşağıya baktı. Arada bir selamlaştığı ama isimlerini bilmediği iki çocuklu bir aile tatile çıkıyordu. Sessiz olmaya çalışan bir telaş halindeydiler. Şortlar, terlikler, şapkalar, kum oyuncakları, termos, yolluk çantaları, bir sürü ıvır zıvır. Arabayı tıka basa doldurmuşlardı. Adam bavulları kontrol ederken söylendi. Kadın ona laf yetiştirirken çocukları arabaya yerleştiriyordu. Çocuklar ise aralıksız gözlerini ovuşturuyor, yarı uyur mızmızlanıyorlardı.
Perdeyi örttü. İçinde saadete benzer bir duygu doldu. Dizüstünü kapatıp kaldırdı. Yatağına uzandı. Pencereden serin bir rüzgâr odayı doldurdu. Başını yastığa koyup tatili düşlerken uyuyuverdi.
02.09.2020
Evren Biron