Tuğba Güven Alkan
KOKULAR
Aylardır görmemişti yüzünü ama yüzündeki en küçük beninden, ensesinden gelen ter ve sabun kokusuyla karışmış o kokuya kadar hiç bir ayrıntıyı unutmamıştı. İlk tanışmalarında bir ‘merhaba’ ile başlamışlardı sonrasının nereye gideceğini bilmeden. Bir balıkçıya ‘rast gele’ der gibiydi. Denizde balık olur mu olmaz mı bilinmez ama hep ‘rast gelmesi’ umulur ya hani. Onlar için de hayat rast gelmiş, balıklar onların olmuştu.
On bir yıllık evlilik, sekiz yaşında bir oğlan çocuk. Hem de ne çocuk. Tıpkı masal kitaplarından çıkmış gibi. Siyah bir çift misketi andıran gözler, koyu kahverengi, uçları üzüm sapı gibi kıvrık saçlar, gülüşü sabah yıldızı, ışıl ışıl bir çocuk.
Sabahın yedisindeydi daha taş evin küçük ahşap duvar saatindeki akreple yelkovan. Gelmesine en az dört saat vardı ama kadında dört dakikalık bile sabır kalmamıştı. Gece uyumamış, önce yıldızları seyretmiş, sonra güllü kitabından anlamını bilmediği bir kaç dua okuyarak yine anlamını bilmediği karamsarlığını kovmaya çalışmıştı. Başarmıştı da. Kovmak konusunda iyiydi. En son eve gelen haciz memurlarını elinde babasından kalma av tüfeğiyle kovalamıştı. İki memur sinirlenmiş gitmiş, bir kaç güne geri geleceklerini kusmuşlardı kadının yüzüne. Nasılsa artık kocası, dağı geliyordu bembeyaz karlarını üzerine serpmesi için.
Bir an gıcırdayan kapının sesine uyandı. O sırada kapının sesinden çok uykuya dalmış olmasına hayret etti. Gelmişti işte, benli esmer yüzüyle, kayaların arasından yansıyan güneş gibi gülümsüyordu karşısında. Boynuna dolayıp kollarını, ensesinin o en pahalı esanslara taş çıkartan kokusunu burnunda hissediyordu şimdi. Bir kokuyu kalbinde hissetmek insanı nasıl yıpratırsa, burnunda hissetmek de o kadar hayat verirdi.
Kaç dakika sarılır şekilde kaldılar bilmiyordu ama o anın bitmemesini istiyordu. Bunu istemeye başladığında da ‘an’ bitmişti. Sarıldığı şey boşluk oldu birden. Filmlerde birden bir toz bulutu kalır ya, öyle oldu sanki o an.
Saatler sonra evin o sabahki sessizliğinden ve huzur kokusundan eser yoktu. Komşular, akrabalar, arkadaşlar dolmuştu eve. Bazı kadınların elinde güllü kitaplar, başı normalde açık olanlarda bile bir ince tülbent. Kahvaltıda muhammaralı ekmek, peynirli yumurta yapacakken, mutfaktan helva kokuları geliyordu şimdi.
Ne kadar gençti, çocuktu evlendiklerinde. Çocukluğunu geri istediğinde oyuncakları, mutlu evliliğini geri istediğinde de kocası yerinde yoktu. Onlar adına şehit diyordu, kadın ise toz bulutu!
Tuğba Güven Alkan
2016
1978 yılında Niğde’de memur bir aile...
“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...
2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...
İstanbul’da doğdum, Pertevn...
1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...
1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...
1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....
1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...
Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...
İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...
...
1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...
Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...
1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...