Kime ait bu hayat?
Bu yaşanmışlıklar, bu kararlar, anılar? Bu elle tutulur gözle görülür dünyanın dışında kalan yadigârlar?
Geçmiş, şimdi baktığında bıraktığın yerde durmuyor, demlenmiş bir bakış, dingin bir ruhla sahip çıkabilmek önemli. Yıllar geçiyor, yaşananlar ruhuna kendi çentiklerini atarak geçip gidiyor, belki savruluyorsun belki de fırtınanın, boranın alasını görmüş bitkin bir ruhun dallarından yapraklar çıkarmaya çalışıyorsun.
Hepimiz çocukluğumuzun, bugünkü bizi şekillendirmede önemli bir paya sahip olduğunu biliriz. Bir nevi hayaller ve hayal kırıklıkları toplamının ayak izlerini takip ederiz. Hayatın mücadeleyle geçtiği telaş ve boğuşma dönemini geride bıraktığımızda (ki o zaman artık iş, evlilik, çocuk, maddiyat, kariyer çerçevesinde önem sırasına göre değişir) ya hepsi ya bazıları bir biçimde yerini bulur, kendimize dönmeye başlarız. Artık bir evre kapanmış ve yepyeni bir evreye geçiş yapmışızdır. Bunun farkındalık yaşı kişiden kişiye değişebilir. Bazen bu sarmalın içinden sıyrılamaz ve kendi potansiyellimizin maalesef ki farkına varamaz halde bir ömrü tüketebiliriz. Bazense belki 40’lı belki 50 li yaşlardan sonra da olabilir, o rotayı değiştirecek içsel bir itki, bir özlem, bir hayal o sihirli etkiyi yaratır. Yol ayrımı diyelim buna.
Yol ayrımlarınızı ayrıştırabiliyor musunuz? Bu manada “iyi ki”leriniz “keşke”lerinizden çoktur umarım.
Duymak isterdim… Hayallerini besleyen, o eşiği geçen, bu hayatta başkaları için değil, kendisi için de planlar yapabilen, kendi ruhunu besleyen o cesur yüreklerin hikâyesini bilmek isterdim. Hayata karşı duruşumuzda asıl cesaret budur. Bitti dememek, bundan sonrası da varmış, hayata her an başka bir daldan tutunulabilirmiş demek pek çok kapıyı aralayan sihirli bir anahtar.
Çocukluğumu hatırlıyorum. Her zaman hayallerim oldu, içimi kıpır kıpır eden, harekete geçiren beni mutlu eden hayallerim, beni hiç terk etmedi. Görmediğim, unuttuğum, bile bile lades dediğim dönemlerin haricinde bildim ve inandım ki bir adımla başlar her şey ve değişebilir hayat. İç dünyama ektiğim rüzgârlar, kendi fırtınamı yarattı. Başka insanlara faydam olsun dediğim anlarda aynı içtenliğe rastlayamamak bu fırtınaların bir parçası oldu. Sonra fark etmeye başladım, öğrendim, deneyimledim, insanları tanıdım. Olabildiğince… Ne kadar feci olabileceklerini anladım, dehşete düştüm, ne kadar özel, değerli olduklarını gördüm, ipeklere sarıp sarmalayasım geldi.
Benim hep sevdalarım oldu, uğraştığım, emek verdiğim, zaman geçti o yol ayrımı geldi çattı. Güzel şeylerle karşılaşmaya başladım, biraz sadeleştirdim hayatımı, hayaller sınırsız. Bu sonsuzluk içinde Theodoros Angelopoulos’un “Sonsuzluk ve Bir Gün (Eternity and a Day)” filmi, müziği gibi anlar yaratmaya başladım. O muhteşem film adı ve film müziğini hep hatırladım.
Hayatın yeni evresinde benim karşıma müzik çıktı, dans ve ardında sınırsız bir dünya ve Tango.
Tango…
La Cumparsita müziğinin marş olduğu, herkesin aklına ilk bu müzikle yer eden kültürün, bilinenden çok daha fazlası olduğunu sezdiğimde daha da arttı ilgim. Bu başlığa dair çok kıymetli anlara tanık oldum, çok kıymetli insanlarla tanıştım, herbirinin bende ayrı bir yer oldu. Merak ettim, sordum, öğrendim, içtenlikle anlattılar, bu insanı çoğaltan bir şey. Tango nedir sorusunun ardında ne çok anlamın gizli olduğunu fark ettim.
Tango sadece dans değil, bir melodi, nakarat, şiir ve şiirlerin ardındaki anlamlar da değil.
6-18 pont yüksekliğinde zarif bir dans ayakkabısı, saça iliştirilen ışıltılı bir toka, uçuş uçuş tüllerle, dalgalanan sırt dekolteli satenler, şarap rengi kadife elbiseler değil.
Bandonenonun kemana eşlik etmesi, piyano tınılarının son vuruşu vermesi, orkestraların, şarkıcıların hikâyeleri,
Rio De La Plata bölgesinde başlayan serüvenlerin tarih içinde ülkeler-kıtalar arası artan şöhreti, zaman zaman kabul görmesi ya da dışlanması, kendi kabuğuna çekilmesi değil,
Ayakla tutulan tempo, ıslıkla çalınan nota, mırıldandığımız beste değil tabii ki
Takım elbiseli erkekler, gülümseyen kadınlar, sırtı kavrayan kollar, ağrıdan kıvranan parmak uçları, sızlayan bilekler, yoo bunlar değil,
Altüst olan zihinler, inişler çıkışlar, öfke, tutku, hüzün, hayal kırıklıkları, en ağırından kederler, gidişler ve dönüşler… Peki, geri döndüğünde o bıraktığı neyse kimse bulamayışlar. Sevmeler, kaçışlar, dibe vuruşlar, hiç çıkamayacağını sanışlar değil.
Hepsi
Saydığım ve sayamadığım nice başlıklar, dönemler, anlarla bir kültür, yaşam tarzı, stil, hayatın gustosu.
Tango hep daha fazlası, bir sonrası, keşiflerin, merakların ve öğrenmenin bütünü.
Bir insanın hayatına kendine ait döneminde verebileceği en güzel hediyelerden biridir o yol ayrımları. Biri için bunun adı tangodur, bir başkası için dünyanın en bilinmeyen köşelerine yapılacak yolculuk, yazı yazmak, okumak, başka insanlara, hayatlara dokunmak ya da içinde ukde kalmış herhangi bir şeye bağlanmak, kurulan aidiyet duygusu, adanmışlıktır.
Bilemem, hayat nereye akar, nereye evrilir, nasıl değişir, bizi nereden nereye sürükler. Bir an, ama kısa ama uzun bilemiyorum, elbet bu satırlara geri döneceğim. Döndüğümde ve baktığımda gülümseyeceğim. Az söylemişim, çünkü daha çoğunu yaşıyorum diyeceğim,
Çünkü bu hayat bana (sana) yol ayrımlarındaki seçimlerimize, öncesine ve sonrasına adanmıştır, değerlidir.
Sahi, sizin yol ayrımınız neydi?