Çoğumuz bir düş kurarken daha en başında imkânsız görüp vazgeçeriz. Vazgeçtiğimiz anda da düşü hayal ’e çevirmiş oluruz. Çünkü düşlemek; gelecekte olmasını istediğimiz şeyi şimdi ’de zihnimizde tasarlamak, kendimizi ona adamak ve duyduğumuz tutku ve inanç ile düşü olmuşçasına bugünde yaşamaktır. Sonrasında gerçekleşmesi için çabadan uzak, zamansal evrenin dışında bir yerde, beklemediğin bir anda düşünle karşılaşmak için düşü serbest bırakmaktır.
Herkes gelecek için sonsuz ve sınırsız hayaller kurulabilir ama gerçeğe dönüşmesi sadece hayalini kurmakla olmaz. Eylem gerektirir. İşte işin içinde eylem, adanmışlık varsa o artık hayal değil düş’tür. “Düş kurmak” şu anla, şimdiyle ilgilidir. O şeyi istemek değil, o şeyin kendisi ol'maktır!
“Hayal kurmak” geleceğe dair yapılır. Ve insanın çoğu zaman ulaşamayacağını düşündüğü ama içinde az umut varsa bile, çokça inançsızlık, biraz da endişe ve korku barındıran bir kavramdır. Aksiyona geçmek yoktur, hatta çoğu zaman "hayal işte olmayacağını bilsek de düşünmesi bile güzel" diyerek en başında inançsızlığını bir de sözlerle tasdikler kendine insan. Düş’ün gerçekleşeceğine dair inanç eksikse o artık düş değildir.
Çoğu insan düşlerine niyet etme aşamasına da gelir ama bu hedefleri gerçekleştirmek için hangi aşamalarla oraya ulaşacağını belirlerken de genelde başlamadan, yolda bir gerekçe bulup pes eder, vazgeçer.
Bu vazgeçişlerde de her daim hep haklıdır, çoğu zaman başkaları koşullarını, kaynak eksikliğini, zamansızlığını, parasızlığını anlamıyordur. Anlaşılamamak ne kötü bir histir!
Oysa anlaşamayan insanın öz benliği ile kendi zihnidir. Daha doğduğunda insan, henüz korkuyu, güvensizliği, yetersizliği öğrenmemiş olan özüyle, sonradan başkaları tarafından belirlenen koşullanmış sahte kimliği arasında bağ kuramamıştır da ondan. Tanımıyorlardır birbirlerini. Tanımak için de rahatsız olmak, sormak, sorgulamak gerekir. Dolayısı ile önce düşlerimiz, tutkularımız nedir onları aramak ve bulmak gereklidir.
Düşünsene; sen daha kendini anlamadan, başkası seni nasıl anlayabilir ki?
O yüzden sormalısın;
İşte daha bu ve benzeri sorulara cevap bulamadan, çoğumuz aslında başkalarından öğrendiğimiz doğrularla, başkalarının kurduğu düşler için yaşarız hayatlarımızı. Ta ki kendi seçimlerimizden doğmaya karar verene kadar. Elbette en önemlisi kendi seçimlerimizi yaşayıp yaşamadığımızı fark edebilir olursak!
Çoğu zaman bunu fark edip “benim seçimlerim değil miydi zaten yaşadığım bu hayat” bile diyemeyiz. Yaşadığımız hayatı ve kimliği ben var ettim, ben seçtim zannetme yanılgısıyla geçer gider ömrümüz.
İşte yaşama gösterdiğimiz direnç de yüzümüzdeki ışığı, kalbimizdeki heyecanı, yaşamdaki canlılığımızı kaybetmemiz de tam bundan; başkalarının seçtiği hayatta yaşayarak nasıl tatmin olabilir ki insan?
Direndiği bir yaşamda ne mutlu ne de başarılı olabilir insan. Bu yüzden de düş kurmayı unutur, kursa bile yapamayacağına zihnin seni inandırır, yaşamı nefes alıp vererek tamamlatmaya çalışır. Kendini kurban ilan ederek, yapamadığın her şey için başkalarını suçlayarak ve kendini de buna o kadar inandırır ki, uğruna adayarak haklılığına kanıtlar toplayarak geçirir ömrünü.
O kadar yapamayacaklarına dair ikna eder ki zihin kendini, yapabileceğine yollar aramak, sınırları zorlamak, potansiyelinin, imkanlarının, yeteneklerinin, kaynaklarının farkına varmak, sezgilerini duymak yerine, vazgeçer ve haklı olma ihtiyacından dolayı kendini gerçekleşebilecek düşlerinden mahrum bırakır.
“Daima haklı olmak, tatmin olunacak bir hayatı yaşama sorumluluğunu almaktan çok daha önemlidir!”
Genelde hep böyle yarım kalır hedefler, düşler işte…
İstediğimiz yaşamdan, düşten mahrum kalmak!
Haklı çıkmak uğruna!
Tek engel zihnimiz, kendi inançsızlığımız!
Bilinçli olmadığımız yaşlarda, sadece beş duyumuzla algıladıklarımıza gerçek diyerek, büyümemize eşlik edenlerden her şey ya doğru-ya yanlış ya güzel-ya çirkin ya iyi-ya kötü diye şartlandırılarak öğrendiklerimizle bir şeylere inandık, inandırıldık. Korkular biriktirdik, koşullandırıldık; yapamazsam beni asla beğenmezler, başaramazsam beni asla sevmezler, evet demezsem beni onaylamazlar, dışlarlar, dener de başarısız olursam komik duruma düşerim…dedik hep!
“O zaman en iyisi hiç düşlemiyim; denemezsem bu durumda başarısız da olmam, güvenli bildiğim alanda yaşarım hep. Hem zaten nedenlerim, bahanelerim de o kadar çok ki ama bunlara bahane dediğimin de farkında değilim, bayağı inanıyorum düşlerime neden varamayacağıma dair haklı sebeplerime” der zihin.
Zihin her daim bu korkuyu hissetmemek için başka bir yol da bulur kendine; onun adı makul alanlar bulmak, orada takılı kalmak, bu döngüyü haklılıkla tamamlamak!
Hiç denemezsem başarısız da olmam, konuşmazsam saçmalayıp komik duruma zaten düşmem, hep daha sonra uygun olacak benim için der ve diyete başlamazsam kilo verememiş ve başarısız da olmamış olurum, girmediğim sınavın kaybedeni de olmam, baştan sevmezsem kaybettiğimde acı da çekmem… sorumluluk almayan da ben değilim suçlu zaten hep dışarda!
Sorun hep kötüye odaklı, “en kötü ne olabilir ki” diye kodlanmış zihinler.
Zihin genelde şöyle çalışır ve buna da kendini ikna eder;
Bir şeyi deneyip, sonucunda başarısız olmak, kötü ve yetersiz görünmek ihtimalindense, en iyisi onu hiç denememek, başarısızlığı da tatmamak üzerine düşünceler pazarlar insana. Bunun için de kendine bahaneler üretmeyi seçer; öyle bahanelerdir ki, seni her daim haklı çıkaracak türden.
“Eğer kendime, adım atmamak, harekete geçmemek için çocukken inandırıldığım ‘gerçekler’ üzerinden bahaneler bulursam ve bunlara sığınırsam, sonunda makuliyet alanında kalırım. Bu sayede de hem haklılığıma kanıtlar bulmuş olur hem de başarısız olma ihtimalimi de ortada kaldırırım” diye inandırır kendini.
Ve bir sır vereyim mi; çoğu zaman da bunları bilinçli bir yerden söylemez zihnimiz, farkında olmadan, otomatik pilottan veririz kararlarımızı, birisi fark ettirmeye çalıştığında bile savunmaya geçer ve kökü inançlarımıza bağlı olan tepkiler veririz yaşamda.
Biz bahanelerine sığınan bir insan olduğumuzda yaşamın da bize vereceği tepki haklılığımızı tasdiklemek, başarısızlığımızı tekrar tekrar önümüze getirmek olur. Çünkü inandığımız şeydir yaşamda deneyimlediklerimiz ve bizim zihnimizde yarattığımız şeyler de gerçeğimizi belirler.
İşte ancak uyanabilirsek, uyanmaya niyet eder, yola çıkarsak mümkün kendini, yarım kalan düşlerini tamamlamak ve yolculuktan tatmin olmak.
Uyanmak, kendini bilmek, düşlerini keşfetmek mümkün, eğer sen istersen!
Sağlıcakla
Aynur Görmüş