Birliği tamamlayan bir Ben olabiliyorsak anlamlı hayatlarımız aslında, tek başına ben diye bir şey yok keza. BEN’den BÜTÜN’e değil, BÜTÜN’den BİR’e gidiyor yaşamla tamamlanmalarımızın kurgusu! İnsan türü olarak geldiğimiz şu dünyada bütünü oluşturan her bir canlının acılarını, dertlerini anlayabildiğimiz kadar ancak insan kalabilmemiz mümkün! Fark edebilirsek ne ala...
“Söyleyecek ne çok şey var bir bilsen...
Susulacak daha çok şey aslında...”
Ben diye tutturup, bütünün parçası olmadığımızda, bizim başkalarının hayatında olan bitene dair ne yaşandığını anlamamız zaten mümkün değildir. Biz ancak uzaktan hayal edebilir, anlamaya çalışabilir veya en azından niyet edebiliriz. Buna rağmen yaşamadan anlaşılması mümkün olmasa da ve bire bir maruz kalmadığımız bazı acılarda da tek yürek olabilecek kadar sızlıyorsa bir çoğumuzun kalbi, yalnız değilim dedirtiyor en azından ve yaşama umutla devam edebilecek bir neden bulabiliyor insan.
“İşte hiç bir sınıf ayrımı gözetmeksizin, ünvanlardan bağımsız, kalb-i düşünce ve duyguda buluşabilmek, bütünün mutluluğunu ve çıkarılarını gözeterek, tüm canlıların her biri ile bağ kurmak, koşulsuz bir şefkatle ve şiddetsiz bir duruş sergileyerek zihnin iyi niyetlerini davranışlara aktarmayı deneyimlemek...Bunun adı DAYANIŞMA. Hiç bir kimseyi dışlamadan, her bir canlıyı bütünün tamamlayıcı bir parçası görebilmek.”
Bu dayanışma öyle kuvvetli bir duygu ki, şuan yaşadığımız olanlara dair kim olursak olalım, ortak çaresizliğimizin, her birimizin acı tanımının dışa vurumunda bile ne kadar da birbirine benzerlik gösterdiğinin kanıtı. Bu birlik enerjisini bu kadar büyük bir acı vesilesi ile görmeseydik dedirtmesi baki elbette. Bundan sonrası için yere sağlam basarak sanki acıyı bir nebze hayra dönüştürebilmemiz için bize ışık tutan büyük bir umudun habercisi gibi bir yandan. Çünkü hem gidenlerin ruhunu onurlandırmak boynumuzun borcuyken, kalanların da yeniden anlam arayışına ortak olmak zorunluluğunu omuzlarımızda taşırken bu birliğin sürdürülebilir olmasına da en az acıda buluşabilmek kadar çok ihtiyacımız var.
Birliğimizin gücünü fark edebilmek de yaşamdaki hizmetimize devam etmemiz gerektiğinin habercisi gibi di mi; yani düğün ve cenaze aynı sahnede!
Kimimizin yaşamlarını doğrudan etkileyen kayıpları var, kimimizinse tanımadığımız halde dolaylı da olsa binlerce kalbin acısını en derinden hissediğimiz kalp sızılarımız, çaresizliklerimiz, utanmışlıklarımız var. Bu hislerle de birbimizle dayanışmada olabilmek için hepimiz sahipliklerimizden neyi paylaşabiliriz diye iyilik yarışındayız ve asla harekete geçmekten geri durmuyoruz. Acının bir nebze mutluluğa evrilmiş hali bu olsa gerek!
Bu doğal afet fiziksel olarak belli bir bölgeyi vurmuş olsa da, etkisi, başına hiç bir sıfat koyma ihtiyacı hissetmeden tüm insanlığın kalplerinde büyük bir hasar bıraktı. Hem o bölgede yaşayan tüm canlılar için hem de geride kalanlar için korkularımıza yeni korkular eklendi. Gelin önce duygularımızı fark edip, kucaklayıp onları, sonra birbirimize güç veren olalım!
Her ne kadar hepimizin sonlu insanlar olduğumuzu, sahip olduğumuz herşeyin ömrünün de bir sonu olduğunu ve bunun ne zaman ne şekilde olacağının belirsizliğini bilsek de, bir sürü şeye dair hala sorularımıza cevap bulma, çaresizliklerimizi ve endişelerimizi de kontrol edebilme ve hep netleşme ihtiyacımız olduğu da doğrudur. Ancak bu endişelerimiz, bundan sonra ne olacağına dair geleceğimizi daha belirli bir hale getirmeyecek, aslında zaman zaman bunun da bilincindeyiz fakat bu bilince her an’da ulaşmak da, orada uzun süre kalmak da kolay olmuyor.
"Belirsizlik
yaşamın her anında olandır"
Hayat aslında her aşamasında hep belirsizdi, bundan sonra da öyle olmaya devam edecek. Netleştirme ihtiyacı insanın zihnindedir; eğer olacakları bilirse, YAŞAM’ı kontrol edebilen de olacağına inanır, oysa bu büyük bir yanılsamasıdır. 1 dk sonra ne olacağını net bir şekilde belirleyemediğimizi biliyoruz ama yine de bilmek istiyoruz di mi? ‘Şimdi ne olacak, yarın ne olacak, 1 sene sonra ne olacak?’ bilmiyorsak hep korkuyoruz. Tıpkı karanlıklardan da korktuğumuz gibi; ilerisini net göremediğimizde gelecekten korkuyoruz. Zihin de yapısı gereği öğrendiği inançlarla çoğunlukla negatif düşünmeye odaklandığından bu belirsizliğin sonucunda bize mucize kapılar açılabileceği olasılıklarına inanmak yerine başımıza hep kötü şeyler geleceğini ve bizim de bunu kontrol edemeyen olacağımıza dair düşünceler pazarlıyor.
Oysa insan zaten iradesi, aklı ile ancak düş kurabilir, plan yapabilir ve bu düşlere ulaşabilmek yolunda oluşabilecek risklere dair bilimin gücünü de referans alarak tedbir alabilir. Ama Yaşamı kontrol edemez.
“Bizim irademizde olan,
aslında sadece planlarımız
ve düşlerimizdir!!!“
Şuan da hepimizin yaşadığımız duygular karmakarışık; öfkeler, kızgınlıklar, çaresizlikler, telaş, suçluluk, utanç, herkes farklı bir isim verebilir duygusuna. Hayal kırıklığına uğrayan, ya da acılarında eşsiz olan tek kişi sen değilsin, yalnız da bundan dolayı suçlu da değilsin, reddedilemez bu duygu, sevsen de sevmesen de hissediyorsun, o zaman duyguna saygı duy! Her ne olduysa olan oldu, olmayan da olmadı, yapılmayan da yapılmadı! Hepimiz tüm bunlara dair de öfkeliyiz ve aşırı kızgın hissediyoruz. Bu da doğru, yanlışlama duygularını.
Önce her ne yaşıyorsak, bunlara sahip çıkmakla başlamalıyız sanırım. Onları inkar etmek, görmezden gelmek doğru değil, duygular öyle hissetmiyorum deyince kolay yok olmuyor, hissetmeye devam ediyoruz, ayrıca yaşıyorsak da hepsi bize ait, neden yok sayalım, keza bir dakika da bile, aynı insanın birden fazla duygu değişimini kendine bakıp da gözlemleyebilirsin. İnsanız ve insani korkular çok normal, önemli olan duyguların kontrolünü elinde tutabilmekte, bu da orada takılı kalmamakla, zihni korkunun tersi ile meşgul etmekle olabiliyor. Sevgiyle! Bu sevebilme iradesi de hepimize verilmiş.
“İnsan istediğini seçip,
O ol’abilen bir canlıdır.”
Yoksa insan bütün deneyimlerini üst üste koyduğunda, sadece acılarla nasıl hayatta kalabilir ki? Bunun tersi değil, bütünseli, tamamlayıcısı daima şefkattir. Bunları bir sınav ya da baş edilebilecek bir mücadele olarak görmeyip, bir deneyim olarak görebilirsek ve kabul edersek bu deneyimle yaşama devam etmek ancak mümkün olacak. Çünkü sürekli güçlü olamazsın, ‘ben kendimi bırakmamalıyım’ diyerek yaşama karşı sürekli mücadele edemeyiz. Bu yaşama direnç göstermektir, hatta yaşamla savaşmaktır, kendi gücümüzden vermektir. Savaşların kazananı olamaz, net!
Yaşam’da olması gereken her şey olur, insan bu alanda asla etki olamaz. Sen ancak kendi seçimlerinle yaşamını etkileyen olabilirsin. Bu yaşadığımız acı bir deneyim ve doğada farklı bir çok afet de oluyor, akışında var bunlar, biz buna olmasın diyerek engel olamıyoruz. Bizi öfkelendiren de fark edersek doğa ile savaşmak zorunluluğu değil. Belki de yeterince, zamanında, tedbirle olana en başta etki eden olmamış olmak olabilir mi? Yani fark ediyoruz ki bir nevi kendimize öfkelerimiz, tedbir alıp etkiyi yaratan olamadığımıza. Boş bir tevekkül, tedbiri olmadan kimin işine yarar ki keza. ‘Neden doğal felaketler oluyor, olmasın’ demek, gereksiz bir tepki o zaman. Tepkinin kaynağında olan şey “tedbirsizlik!” Doğanın yarattığı etkileri kabul edip, olana vereceğimiz tepkilerimizi kontrol etmeyi biz seçebiliriz. Bizim etkimiz de gücümüz de buradadır.
“O zaman olan olduktan sonra
tepki veren değil,
tedbirle, olmadan etkinin kendisi olabiliriz.”
İnsanın, doğanın kurgulanmış mükemmel işleyişini değiştirmeye dair herhangi bir etkisi yoktur. Ancak kendi yaşamında seçtiği koşullarla, doğa ile uyumla yaşamayarak, büyük sistemin işleyişini bozabilmeye ve bunu hangi bağlamdan yaşayacağını, olanlara ne tepki vereceğini belirlemeyi seçebilme gücü vardır. Yani neden afet oldu değil, bu bizim güç alanımızda değilken, olan olduysa bir daha afet olmaması için şimdi ne yapabiliriz demeyi seçmek gibi...
Deneyimlerimize, duygularımıza sahip çıkabilir ve onları olduğu gibi hissetmemize izin verebilirsek, yaşama ve doğaya direnmeyi de bitirmiş oluruz. Çoğumuz hayatlarımızı nelerin olması gerektiği nelerin de olmaması gerektiğine dair zihnimizdeki o iç sesin koşullandırmalarına göre yaşıyoruz hep. Bu zihnin bize bir oyunudur; sanki yaşamın kontrolü bizdeymiş gibi o ses sürekli yorum yapar. Oysa yaşamda olan her şey her türlü zaten olacaktır. Zihnimiz yarattığı inançlarla yaşamı kontrol edebileceğini zanneder, çözümü de hep yanlış yerlerde, değiştiremeyeceğimiz şeylere odaklanarak arar, sonucunda dışarda bir suçlu bulur. Doğanın mükemmel işleyişi ile uyumlanmak yerine ona direnç gösterir ve öfkelenir. Olanlar karşısında “ben kim olursam, sonucundan tatmin olacağım bir seçim yapar ve istediğim dünyayı, şartları yaratırım şimdi” demek yerine sürekli “bu olan neden oldu, nasıl oldu, neden bana oldu, niye beni buldu” diyerek olduğu yerde takılı kalır. Bu olanı kabul edememek, doğaya karşı gelmektir ve üstelik biz ne düşünürsek düşünelim olan da değişmeyecektir, sadece dirençle ruhumuzun daha fazla sıkışmasına sebep oluruz. Bu stres de aslında bedenlerimiz aracılığıyla bize kılavuzluk eder; iyi değilim der, dengeden çıkıyorsun der, bırak der, izin ver der ve bedensel hastalıklarla, ruhsal kaygılarla kendini ortaya çıkarır, öfke dolu tepkiler vermemize sebebiyet verir. Bu da bizim gücümüzden, canlılığımızdan koparır, yapabileceklerimize dair odağını kaybeden ve belki de umut ettiği geleceğinden vazgeçen oluruz.
“Doğa da hiç bir zaman gereklilik yoktur,
doğa olduğu haliyle mükemmeldir,
akışında işler ve ilerler.”
Bu kabulde kalabilmek, olan’ı görmezden gelelim ya da olanı illa sevelim, olandan hoşnut olalım demek değildir, olan bizi rahatsız eden bir durum ve duygu da yaratabilir ama izin verebilirsek, zihnimiz esnekleşir, sonrasında değişime katkı sağlayan olmayı seçebileceğin farkındalığa ulaşabilirsin.
Mesela her olan olduğunda bize neyi işaret ediyor olabilir diye bakabilmek mümkün müdür? Çünkü bu bakış açısı bizi sorundan çözüme doğru götüren bir rehber olacaktır ve olanın geri dönüşü yoksa ki yaşamda bir saniye öncesine bile dönemeyiz; sana olan hayırlı gelmiyorsa, bundan sonrasını nasıl hayra dönüştürebilirim demek, fark yaratmak için hiç bir duyguda takılı kalmamak, onun tutsağı olmamak, zihnimizden özgürleştirir ve çözüme dair sonsuz fırsatlar kapısını açar bize. Bu elbette bilinçli düşünebildiğimiz an’da olmayı gerektirir.
Öfke, kızgınlık, keder hissediyorsak buna da izin verirsek ancak değişimi sağlayabileceğimiz şimdiye gelebilir ve orada güçlü olabiliriz. Sahip çıkmaya, sarmalamaya çalıştığın hiç bir duygu çok uzun sürmez çünkü ama neden oldu, neden böyle hissediyorum diye duyguna direnç gösterirsen, reddersen daha çok orada takılı kalıyorsun, direndikçe kaybetmiş hissediyorsun. Gereklilikleri bırakabilirsin veya o an için bırakmamaya da, o direnci yaşamaya da müsade edebilirsin! Hepsi bir seçim ve seçimlerin de sana ait, sonuçdaki bedelleri de.
Evet insan olmanın dinleyişinde genellikle gerekliliklerin olması, doğrular - yanlışlar vardır ama bu duyguya bile izin verebilirsin. İşte o zaman;
“İzin verebilirsen,
savaşmayı bırakabilirsen,
özgür olup, güçlenebilirsin,
ve sonsuz olasılıklar dünyasının kapıları önüne açılır,
ve sen heran yeniden ve yeniden bir seçim yapabilirsin”
Bir şeyin karşısında olduğunda, gücün özgür bir yerden gelmiyor, keskin, köşeli ve esnekliğini kaybeden, savaşan oluyorsun. Perspektifin, çözümü görme alanın daralıyor. Sadece karşı durduğun şeye odaklanıyorsun.
Oysa yaşamda kontrol edemediğin herhangi bir şey olduğunda, o olanın zihninde de olabilirliğine izin verebilirsen ve geriye döndüremeyeceğinin kabulüne geçebilirsen esneyeceksin ve bu durumda çözümleri görebileceğin pencerenin açısı genişleyecek. Ve işte bu esneklikle, olana dair rahatsız olduklarını değiştirebilmeyi seçebileceğin yerin an’da, şimdi’de olduğunu farkedebileceksin. Geçmişi değiştirmeye gücün yok ama şimdide çözümü görebileceğin yeni bir oluş haline bürünebilmenin iradesinin sende olduğunu anlayarak gücünü ele alabilirsin ve karşıt olmayı bırakır, görmek istediğin o dünyayı yaratan olabilirsin. Bu kaderine razı gelmeyen, özgürlüğüne, iradesine sahip çıkarak, istemediği olanın tekrar etmemesi için istediği hayatı kurgulayan olmayı seçmek demektir.
Ne zamanki o olana olmamalıydı diyerek zihninde izin vermiyorsan, bununla savaşmalıyım, başka seçeneğim yok diyorsan, işte onun kurbanı oluyorsun, takılı kalıyorsun orada! Oysa olan oldu, zihnin kabule geçmedi sadece, farkında mısın? Bu çok yorucu, tüketici değil mi?! Sürekli bir direnç hali!
Bazen yaşananları kabule geçmek hepimiz için çok zorlayıcı ve ağır bir deneyim olabilir, şuan yaşananlarda olduğu gibi. Peki o zaman bu olan karşısında;
Ama düzeltmek değiştirmek değil, olanı olduğu hali ile deneyimlemeye izin vermek…
Aslında özü fark et; sen ne hissedeceğini de seçebilensin!
Çünkü kabul et ya da reddet, olan değişmeyecek ki. Ama olanı kabul ettiğinde artık doğaya ve olana karşı değilsin, direnmiyorsun, savaşmıyorsun, olabilirlik mümkünlük yerinden bakıyorsun yani esneksin. Rahatsız olduğuna bakışını, yorumunu yeniden değiştirebilirsin. Ama bu da bir seçimle gelir ancak. Şimdi bir şey yapmak için ne çok fırsatın, alanın var, fark edebiliyor musun?
KARŞITSAN
TEK ‘DOĞRUDA’ TAKILISIN!
Başka bir yol yok diyorsun, çok yorucu değil mi?
ESNEKSEN
BAŞKA OLASILIKLARI VE
SEÇENEKLERİ DE GÖREBİLİRSİN!
Bu ne kadar özgürleştirici di mi?
Oysa bugüne kadar öğrendiklerimizle biz gücümüzü hep gerekliliklerden, zorunluluklardan aldık, kabulden değil. Biri doğru böyle olmalı dediğinde hemen mevcut olana 'yanlış' diyerek düzeltmeye çalışıyoruz, olduğu hali ile kabul edemiyoruz. Eğer esnek bir insan olur da bir şeylere karşı olmaktan vazgeçersek tembel biri olacağımıza inanıyoruz. Mutlaka bir şey olursa savaşabilirim ve ancak harekete geçebilirim sanıyoruz. Oysa savaşmak öfkelenmek yorulmak demektir. Bazen olanlara sadece kızmak, şikayet etmek iyi geliyor da olabilir.
Biliyorum şuanda da çok öfken var, çok acıyor kalbin ama işte tam da deneyimin burada! Şuan nasıl hissediyorsan öyle olmaya dair kendine izin verip zorlamadığında, baskılamadığında duygunu, o zaman esnek bir alanın var, işte seçme özgürlüğü.
“Fark et,
Olanın karşısında kim olmak istediğine dair,
sen her daim seçim hakkına sahipsin!!!”
Kendine, her neyi deneyimliyorsan izin vermek, bunu hissetmemeliyim diye direnç göstermek, böyle olmamalıyım demek yerine, yaşadığın duyguların deneyimini de deneyimlemeye izin vermek. İlla hep iyi görünmek zorunda değilsin, her zaman doğru yapman da gerekmiyor. Bazen başkaları tarafından anlaşılmadığını düşünüyor olabilirsin, acını herkes anlamayabilir; seni dinleyebilirler, duyabilirler belki ama anlamayabilirler hatta önceliklerine duyarsız kalabilirler, bu seni değersiz kılmaz, buna da izin ver! Kendini açıklamakla, yanlışlamakla, düzeltmekle uğraşma.
“Korkularına da izin ver,
İnsan olmaya izin ver,
Ona sahip çıkmak,
Onu düzeltmek yerine
Sadece izin ver!”
KORKU NEDİR?
Kontrol edemediğin için hissettiğindir,
"Korkmaktan da korkmayın,
ona da izin verin!"
Korku zihnin işidir ama elbette hissedebilirsin, izin ver!
Yaşadığın alan sana güvenli gelmiyor olabilir. Ama bunu hissedebiliyorsan, korkuyorsan hala yaşıyorsun demektir, hala nefes alabiliyorsan canlısın demektir, o zaman yeniden seçebilirsin de demektir, her kim olmak istiyorsan, nasıl güvende hissedeceksen seçebilirsin!
Sen zihninden özgürleştikte, sonsuz mucize olasılıklar seni bulacak, inan!
Hep koşullanmalardan yaşıyoruz, öyle öğrendik, doğrular, yanlışlar çetele tutuyor, ben yaptım, o yapmadı diyor zihnin, olması gereken bu değildi diyor, yanlışlıyor... Bu her zaman bizim gücümüzü alıyor, olana izin verebilirsek, onu düzeltmek, onunla savaşmak, ona karşı direnç göstermek değil, olmasına izin verebilensek, artık değişimi yaratacak gücün başlangıcına alanın açılıyor ve yaşamda serbest bıraktığında kendini, ummadığında mucizeler gelmeye başlıyor.
Doğada hiçbir şey zorladığında, sen olsun dediğinde olmuyor keza, olması en uygun an’da oluyor, sen zamansal evrende bekliyorsun, yarın olsun, hemen olsun, neden şimdi değil diye hep dirençtesin, oysa bıraktığında gelecek, bırakmalısın! Hayırlısı hangi zamanda senin için, bilmiyorsun, inançla bekle, doğru olan gelmesi gerektiği en uygun zamanda gelecektir. Şüphe duyma, inançla teslimiyetle bekle.
“Dönüşüm;
olanın
olduğu haliyle
olmasına izin verebilmekle başlar”
Alt üst olmadan dönüşmek mümkün değil. Dönüşümün sonu her türlü hayra çıkar, inan, sabır göster! Direnci, savaşmayı, çabayı, zorlamayı bırakabilmekle ve duygulara hissettirdikleriyle, olduğu hali ile izin vermekle hayat çok özgür ve mucizelerle dolu!
Sağlıcakla
Aynur Görmüş