“ Büyük bir kalp sızısı,
gönül yarasıdır 'yas' ”
Yaşamdaki büyük bir değişimin, kaybın ardından gelendir. Bir daha eskisi gibi, hatta belki de o eski halindeki insan olamamak demektir ve bu değişim bizim asla razı olmadığımız bir değişimdir. Yasın başlangıcı ve tüm süreci ile bütünsel sağlığımız da tamamen etkilenir; zihnin işleyişi, düşünce biçiminin odağı, duygu durumu çok büyük ve kapsamlı olarak değişkenlik gösterebilir. Sonrasında bu acı, çoğu zaman hayal kırıklığı, öfke, haksızlığa uğramış olduğuna inanç, yeniden mutlu olmaya dair utanç, yaşama anlam bulamama, kendini yalnız ve çaresiz hissetme duygularını yükseltir, çoğaltır ve taşınamaz hale geldiğinde de önce bedenimize hastalıklar olarak sonra da yaşamın her alanına huzursuzluk olarak sirayet edebilir.
İnsan doğduğu andan itibaren sadece kendiliğini bilir, dışardaki herkes ve her şeyi de sadece kendini gerçekleştirmeye aracı olarak görür. Ne zaman ki kendisinin dışında da canlıların olduğunu, onların da benzer amaçlar ve hedefler için burada var olduğunu fark eder ve onu kendiyle denk görebilir, işte o zaman ‘varlık ilişkisi’ inşa etmeye ve bu alanını büyütmeye ve genişletmeye başlar.
Varlık ilişkisi, yaşamda sadece var olduğu için insanlarla, hayvanlarla ve diğer tüm canlılarla kurduğumuz ilişkidir. Onların kaybedilmesi durumu sonrasındaki varlık ilişkisi, o insanların hatıralarıyla kurulan başka bir ilişki boyutuna taşınır. İşte yas, bu iki süreç arasında geçen bir süreçtir aslında.
Şuan ülkemizde yaşadığımız bu acı süreçte de olduğu gibi, bazen varlık ilişkisinden sonra aynı aileden, aynı şehirden birden fazla yakınının kaybı ile, bir şehrin, yaşam alanının yok olmasıyla, hatıraların, aidiyet kurulan eşyaların, fotoğrafların, yılların tüm emeklerinin, tüm geçmişin de aynı anda kaybedilmesiyle, hatıralarla kurulmuş olan ilişki de o anda yok olur gider. Şimdi ortada artık ne varlık ilişkisi kalır ne de somut hatıralarla kurulacak bir ilişki.
İşte yüzden bu süreçte de yası sadece insana dair tutmak gerekmediğini görürüz; canlı olan herşeye, bir şehrin, bir kültürün yok oluşuna da, inançlarını, hatıralarını, çok değer verdiğin eşyalarını birden kaybetmeye dair de tutulabilir yas.
Belkide her birimizin şu anda bu yas sürecine eşlik edeceği, iletişimde olduğu insanlarımız, yakınlarımız vardır. O insanlara iyi gelmek için de; ‘geçecek, hayat devam ediyor, güçlü olmalısın, normalleşmek gerek, artık geride kalanları düşünmelisin’ gibi şeyler söyleyerek onların acısına bırakın eşlik ettiğinizi zannedip iyi gelmeyi, her ne kadar iyi niyetle söylense bile, empati eksikliği algısını yaratabilir, çok yüksek olasılıkla da ilişkinizi koparacak, acıyı yaşayanı daha da acıtacak noktaya gelebilirsiniz. Neyin ne zaman geçeceği yasın sahibine bağlıdır. Yaşanmamış bir duygu için bir başkasına varsayımda bulunmak, akıl üreticiliği yapmak da iyilikten çok zarar verebilir.
Bu yas süreci, kişiye göre değişkenlik gösterebilir; kaybettiği yakınının kendi yaşamındaki anlamına, ona kattığı değerlerine, onun varlığının kendisine olan katkısına ve buna dair inancına göre de değişebilir. Doğrusu yanlışı, uzunu kısası, nasıl yaşanması gerektiğine dair tavsiye verilmesi gibi dışardan yargılı bir ortam yaratmanın, yası yaşayana bir katkısı olmaz.
Bazı kayıplar hiç beklenmedik zamanlarda hayatımıza gelir ve büyük şokla, tepkilerle yaşanabilir, bazı acılar ise ömür boyu yaşama eşlik ederek yürekte hep taşınabilir ve etkisi de hiç geçmeyebilir. Elbette uzun süren yaslar patalojik durumlara da dönüşebilir. Yasın farklı evreleri vardır. Şok yaşama, inkar etme (inanmama), arzu etme (özleme), çaresizlik hissetme ve sonucunda kabullenme (yeniden yaşama anlam arama) gibi duygularla hissettirebilir kendini. Bazen bu sıralamayla, bazen de içinden sadece herhangi birkaç tanesi ile yaşanabilir, illa ki tüm evreler ve tepkiler herkeste aynı yaşanmayabilir. Bu her bir evrede her kişide de yarattığı duygular, farklı tepkilerle ya da tepkisizliklerle kendini dışa vuracaktır. Tüm bu aşamaların da herkeste bu sıralamayla gitmesi gerekmez, kişiye göre değişiklikler görülebilir.
Burada empati kurmaya çalışabilirsin elbette, acıları hafifletmek de isteyebilirsin, iletişim dilinin çok özenli, öfkesiz, şiddetsiz bir dil olması gerekir, keza asla karşı tarafın acısını anlama şansın olmayacağı için hem onun ruhuna, kalbine zarar verebilir hem de onunla olan kalb-i ilişkini bozabilirsin.
Ayrıca empati de yorulabilen de bir şeydir; önce acıyı çok hızlı içselleştirebilir, kendine büyük dert edebilirsin ama sonra bazen çare olamadığını, yetemediğini gördüğünde tamamen bırakır, vazgeçebilirsin, çabuk tükenebilir anlayışın, ‘benim elimden zaten hiçbir şey gelmiyor’ diyebilir, hatta unutabilirsin de bir süre sonra. Oysa bu tanıklık ettiğimiz acı kocaman bir yastır ve uzun sürebilir. Bu sebeple dayanışma gücümüzü de kaynaklarımızı ve şefkatimizi, merhametimizi de erken kurutmamalıyız.
Yas sürecinde olan kişilere yaklaşımda bulunurken bir de temel ihtiyaçlarından eksik kalmaması çok önemlidir; güvenlik, barınma, uyuma, yiyecek, içeçek, tedavi, sevdiklerinden göreceği güven ve şefkat ve yaşadığı, hissettiği duygularını anlatabilmesine dair cesaretlendirme, belki de hiç yorumsuzca dinleyebilme, süreçte kendi ritüellerini yaşamasına, hazır olduğunda çalışmasına, eğitimine destek olmak, acil gereksinimlerinin ilk önce karşılanması, yeniden tutunabilmek için bir gerekçe ve inanç yaratacaktır.
Çünkü yas bir insanın yaşayabileceği en ağır deneyimdir. Telkin etmek, zamanla unutacaksın, hafifleyecek diyip bu acıyı yok saymasını beklemek daha büyük hasarlar yaratabilir. Bunun yerine, ruhunun iyi hissedeceği şekilde bu acının bastırılmaması, yok sayılmaması, layığı ile yaşanması ve acının kendisinin içinden geçmesine destek vermek daha sağlıklı olacaktır.
“Keza
unutmak diye bir şey yoktur! “
Sadece yaşanma şekli boyut değiştirebilir. Ve bu yasın etrafında bizi büyüten şeyin de sadece zaman değil en çok sevgi ve şefkat olduğunu düşünürsek; kalan yaşamda, kalan insanlarımızı, canlarımızı ne kadar sevdiğimiz bizi ayakta tutacak olandır. Yas sürecini yaşayanlara, sağlığını koruyarak yolculuğa devam edebilmesi için, yaşamda hala sevilecek şeyler olduğunu fark ettirenlerden, duruş olarak bolca şefkat gösterenlerden olabilmeyi seçmemiz gerek. Bu yüzden gidenlerin ruhunu hakettiği onurlandırma ile, kalanlar için de gönlü ferahlayacak şekil her neyse, onu layığı ile yaşamak ve yaşatmak gerekir.
Yaşamımızı canlı akan bir film ve her bir anını da bir fotoğraf karesi olarak düşünebilirsek, sadece o bir kare fotoğrafa baktığımızda gördüğümüz, algıladığımız gerçeklik, gerçekten çok acı, zor, hatta dayanılmaz, nefes aldırmaz olabilir. Kalp tutunacak bir şey arar devam edebilmek için, kendini telkin etmek hiç de kolay değildir. Ama belki de yaşamın anlamı tek başına o bir film karesinde değil de filmin bütüne bakınca ortaya çıkabilir. Bir sürü güzel, zor, acı ya da tatlı ama farklı anlarda çekilmiş bir çok fotoğraf karelerinden oluşacak tüm yaşamımızın filmi. Yaşanmışlıklara şükretmek, geçirilen günleri sürekli anmak belki de iyi gelebilir insanın kalbine, ruhuna. Bu sebeple, hayatımızı tek bir kare ile değerlendirirsek yaşama yeniden anlam bulmak imkansızlaşır, geri kalan kısmına dair umudumuz kalmaz, ne kendine dair tadı tuzu kalır insanın, ne de yaşamına eşlik edecek geride kalanlarına.
Bazen öyle büyük acılarla deneyimler ki insan hayatı, tekrar nefes alamayacağını düşünebilir. Duygun her ne ise, acıları yaşamaya da, yası tutmaya da kendine izin vermeli insan. İnsanı büyüten, dönüştüren de maalesef acılardır çoğu zaman. Duygularına izin vermediğinde, olmamalı dediğinde, onlarla savaştığında, doğaya öfkelenip direnç gösterdiğinde, hissetmemeliyim, unutmalıyım dediğinde, acılar bedene daha da fazla yük olur ve hastalıklara evrilebilir, yaşam sürekli bir tatsızlığa sürüklenir. Ve bu arada deneyimler de sen kabul etmediğin için yok olmaz ki. Olan her türlü olmuşsa; en azından acıları paylaşmaya, buna gönüllü olmaya izin verebildiğimizde, duyguları ifade etmeye ve ihtiyaçları karşılamaya dair dayanışma halinde olabilrsek belki bir nebze hafifler kalbin sızısı.
Kendini güvende hissettirmek, temel ihtiyaçlarının giderilmesine destek olmak, acısını hatırlarını konuşmaya cesaretlendirmek, sadece belki de dinlemek, akıl vermemek, inançlarına, ritüellerine saygı göstermek, ani kararlar vermemesini sağlamak, sosyal ilişkilerini güçlendirmek, yalnız bırakmamak, en önemlisi de bunun bir süreç olduğunu, kişiye göre de sürecin kısa ya da uzunluğu kendisine bağlı olacağının kabulü ile yasını yaşamasına destek olmak ve dayanışmayı hiç elden bırakmamak en çok yapabileceğimiz şeylerdendir belki de.
Hiç birimizin sonunun nasıl olacağını öngöremediği bu yaşamda, odağımızın SEVGİ, PAYLAŞMA ve DAYANIŞMA ile BİRLİĞİ oluşturabilmeyi, vicdanımızı merkeze koyarak, insani değerlerimizle, nezaketimizi ve hakkaniyet duygumuzu kaybetmeden yaşayabilmeyi düşleyelim ki gerçeğimiz de, göreceğimiz dünyamız da düşlediğimiz gibi olsun!
Çünkü kendini bilmeden, yüreğini, temizlemeden, güzel niyetler ekmeden kalbine, zihnine ve emek vermeden elbette, uğruna gayret göstermeden, kendini adamadan, tutku duymadan yaşamaya ve önce sevgiyi veren olmadan hiç bir acıya da şifa olamaz kimse. Ancak birlik ancak dayanışma yaşatır, ancak paylaşmak büyütür, çoğaltır, bunu deneyimledik, gördük.
Bu yüzden esas şimdi görevlerimiz daha da fazla. Onları acılarıyla baş başa bırakıp orada
u n u t m a m a k zorundayız!
Çünkü onlar için unutmak diye bir şey yok!
Sağlıcakla
Aynur Görmüş
PS:
Fotoğraflar “Parolamız Sevgi, Dayanışma” Resim sergimizden.
10 Mart 2023 tarihinde benim de “Yas” isimli resmimle katıldığım sergimize bir çok değerli ressamın dayanışmasıyla, acı bir deneyimi direkt şekilde yaşayan dostlarımızı unutmamak, yaşadıkları zorlukları bir nebze paylaşmak, hafifletmek niyetiyle oluşturulan bu sergimizden elde edilen gelir de depremi yaşayan bölgelere destek olarak gönderilmektedir.