Cömertlik Seçimdir

 

 

Cömert bir insan olmak önce her şeye sahip olmakla ilgili değildir, olduğu kadarını paylaşmaya dair bir niyetle seçim yapmaktır. Bu kavramı  görebileceğimiz en güzel yer de mucizerlerle dolu doğadır!

 

“Her şey  önce  vermekle  ilgili,

almakla değil! “

 

Önce büyükten küçüğe, sözle değil eylemlerle, davranışlarla öğretiyor hayat bize kendisini, daha sonra çevreden gelenlerle doğruyu yanlışı kodluyor zihnine ve ön yargılar hayatın baş köşesinde yerini alıyor. Merak duygusu ile dünyaya gelen insan çoğunlukla idrakını kullanıyor, sorguluyor, başlıyor kime göre, neye göre demeye ve yolunu, kendisini buluyor ya da olduğu gibi alıyor gördüğü dünyayı, kabul ediyor ve gelişine yaşıyor dayatılanı, kendi seçtiğim yaşamım zannederek.  

Ve yine önce vermekle başlıyor sistemin prensibi de evet; sözle değil ama samimiyetle yaşama sunduğun davranışının, yarattığın etkinin tepkisini de alıyorsun doğadan. Yaratıcının yarattıklarına sunduğu mucize doğası gibi, annenin doğan çocuğuna önce verdiği güven ve sevgi gibi, hatta saksıdaki çiçeklerine baktığın gibi, her sabah gözünü açtığında ilk iş önce evcil hayvanını doyurduğun gibi, öğretmenin öğrencisine öğrettikleri gibi, önce senin verebildiğini alarak öğreniyor bir çocuk, sonra ezberliyor, alışkanlık haline getiriyor ve karakterini oluşturuyor ve bu gördüklerini de yaşama yansıtıyor. O yüzden insana da doğaya da önce ne verdiğinde bitiyor her şey  ve ne ektiğinde yatıyor sonrasında ne biçeceğin.

Doğa, tüm mucizelerinden sürekli bütün canlılara cömertce verebilenken, insan da doğadan alabildiklerini, kendi dönüştürebildiği hali ile yeniden tekrar yaşama sunandır. Bu döngü içinde her bir canlı, kendi varlığı ile bir şekilde birbirini sevmek, layığı ile yaşamak ve yaşatmak ve birbirini tamamlamak için vardır. Hiç bir canlı sadece ötekinin hizmetine gelmemiştir, varoluş amacını bulup, aldıklarını aynı oranda ama belki farklı alanlarda yaşama sunarak katkı sağlayan olabildiğinde sistem de uyumla işleyecektir.

Mucize ve bereketli doğa, kendisiyle birlikte her türden canlının, bir arada, bütünlük halinde ve uyum içinde yaşamasını beklerken, bilinci, iradesi olan tek tür olan insanın da diğerlerinin yaşam hakkını korumasını ister. İnsandan da, doğduğu günden itibaren amacı doğrultusunda kendini gerçekleştirip, en yüksek potansiyeliyle yaşamasını ve sorumlu olduğu herkesin ve her şeyin yaşam hakkına dair adil bir düzen kurması beklenir.

Hepimiz muhtemelen kendi öz benliğimiz ve biricikliğimizle farklı bir görev için buradayız. Marifet ise bu görevimizi keşfedip, dünyadan aldıklarımıza şükürle, bunu bütün canlıların ( doğa, hayvan, insan) hizmetine ve hayrına dönüştürebildiğimiz zaman amacına ulaşmış bir kimliğe bürünecek ve tatmin olunmuş bir yaşama ulaşmış olacak sanki. Dengede bir verebilme ve alabilme uyumu ile hepimizin birbirinin eşsizliğinden beslenmeye ihtiyacı var ve her tür canlı da karşılığını kendi verebildikleri ile yaşama şükranla hizmet ederek geri ödeyecek.

Eğer ben kimim ve kim olmak istiyorum sorusuna henüz  cevap bulmadıysan ve bu dünyaya hangi görevle, neye hizmete geldiğini, biricikliğinin hangi alanda katkı olduğunu henüz keşfedemediysen, bu dünyadan beklediklerini de henüz alamadın ve düşlerine henüz ulaşamadın demektir. Ama fark et ki; bunun dışarda başka bir sorumlusu yok, her şey senin seçtiklerinde, yaşama sunduğun kendi oluşunla ilgili ama sen belki henüz farkında değilsin. Hala bilinçaltındaki inançlarla otomatik işleyen bir düzende yaşıyorsun.  Yaşama sunduğun oluşuna bir daha bakmalı, odağını dışardan biraz içine çevirmeyi denemelisin. Düşlerine ulaşmak için, önce kendi gerçeğine uyanmalısın!

Keza istemekle sahiplik olmaz; istemek bir şeyden yoksun olduğun anlamına gelir. Oysa istediğin şeyin kendinde var olduğuna inandığında, şükürde olursun, yoksunlukta hissetmezsin. Senin inancında, oluşunda, halinde, tavrında olmayanı yaşamdan da bekleyemezsin, sen de olanı yaşama vermediğinde alan da olamazsın. Çünkü aslında her şey sende var, sen sadece fark edip, istediğin şeyin önce kendisi olmalı,  yaşama oluşunla, şükrünle önce veren, o oluşunu cömertçe yaşama sunan olmalısın. Çünkü isteyince değil, istediğinin kendisi olmakla düşler yaşamda gerçeklik bulur.

 

Örneğin dünyadan sevgi, ilgi, özen istiyorsan, sen sevgi misin, ne kadar özenlisin kendine, çevrene, ona bakabilir misin?

  • Doğaya, hayvana, insana kısacası çevrene ve kendine ne kadar sevgi ve şükür dolusun?
  • Ne kadar ilgileniyorsun kendinin dışındakilerle mesela?
  • Bu ilgi ve alakayı gönülden mi yapıyorsun yoksa şansın olsa bunun yerine başka bir şey koyar mıydın?
  • Gündelik işlerinden ne kadar şikayet ediyorsun, hangilerini kalbinden, sevgiyle yapıyorsun?
  • Ne kadarına ama ‘beni kimse anlamıyor, 'yapmak zorundayım’ yorumundasın?
  • Ne kadarını yapmayı gönülden seçiyor, ne kadarının sana dayatıldığına inanıyorsun?
  • Sorumluluklarınla ne kadar tamamsın ve sana ait hissediyorsun?
  • Sende olan sevgiden, bilgiden ne kadarını yaşama, çevrene sunuyorsun, samimice, pazarlıksızca, kalben, bile isteye, seçerek?
  • Odağın eksiği görmeye mi, sahip olduklarına mı daha fazla?

 

Önce veren olurken, dilinde yarattığın her şeyin de doğada nasıl gerçeğin olduğunu, kullandığın kelimelerin yaşamına bakış açını, deneyimlerini nasıl etkilediğini de bir bir fark etmelisin! 

Örneğin çevremden de çok duyduğum, çok kullandığımız bir kelime var;  “Uğraşıyorum”

Kelime anlamı; bir işle sürekli olarak ilgilenmek zorunda olmak, onunla savaşmak. Yani aslında istemeden yapılan bir işin içinde olmak, istemeden vermek demek.

 

Sorumluluğun olan bir işle meşguliyetteyken buna dair yorumunu bunu yapmayı sevgiyle ben ‘seçiyorum’ ya da ‘ilgileniyorum’ demek yerine ‘uğraşıyorum’ demeyi seçiyorsan bu artık sana yük haline gelmiş demektir. Zorunluluklarla seçimler arasındaki fark budur.  Tek bir kelime bile yaşama bakışını göstermeye yeterlidir bazen ve zorunluluk olarak gördüğün şey sen de sürekli halde yük ve mutsuzluk yaratır. Her ne yapmayı seçiyorsan; ister zorunda olduğuna inan ister gönülden yapıyor olduğuna inan, hepsi senin seçimin, yapmama şansın var her zaman.. Şimdi yine 'zorundayım' dediğini duyuyorum. Hayır değilsin, sadece yapmadığında oluşacak bedelleri ödemeye, yargılanma ihtimalini yaşamaya, kötü görünmeye hazır değilsin!

 

İşte belki sadece dilini değiştirerek bile, yaşama sunduğun kelimelerinle, olumlu bakış açından vererek de bu sıkışmışlık duygusundan kurtulabileceğini biliyor musun?

 

“Yapmak zorunda değilim,

Yapmayı ben seçiyorum!”

 

Ne kadar özgürleştirici aslında, di mi? 

 

Cömert bir insan olmak çok kolay aslında; ilk önce bedava olanda bol bol vererek başlayabilirsin mesela; sevginden, anlayışından, hatta kurduğun insana iyi gelecek samimi ve olumlu cümlelerinden... Cömertlik aynı zamanda da çok zenginleştiridir. Aslında doğadan ve başkalarından beklediğin her ne varsa, önce onun sende olması gerekir ve sendekini yaşama dönüştürüp verebilirsen sen de çoğalırsın. Bırak dışarda her ne oluyorsa olsun, kim nasıl yaşarsa, kim olmayı seçiyorsa seçsin, sen asla paylaşmaktan geri durma, kendi yüreğini, niyetini, yönünü cömertliğe çevirip önce veren olursan, göreceksin ki nasılda katlanacak sahipliklerin. Yoksunlukta, kıtlıkta takılı kalma, hep şükürde de cömert olup, orada yaşamaya çalış. Odağını beğenmediğin o dışardaki dünyaya çevirme, haklı olmaya çalışıp, kendini de hep bana versinler diyerek sürekli almaya çevirme. İşte zenginlik paylaşmakla, dışardan beklediğin hayatı önce zihninde, kalbinde yaşamak ve yaşatmakla mümkün.

Örneğin adaletsiz dünyadan şikayet edip, adil bir dünya görmek istiyorsan,  sen adalet dağıtırken ne kadar cömertsin; trafikte, evde, işinde, dostluklarında, sen nasıl bir yaşam sergiliyorsun, hiç düşünüyor musun? Mesela çok acelen var diye kırmızıda geçtiğin zamanlar oluyor mu, ya da bir kişinin hakkını yediğin, birinin bir yerde sırasını aldığın zamanlar mesela? Adalet dağıtılsın isterken, gününü, yaşamını analiz ettiğinde sen neler yapıyorsun, fark edebilir misin?!

Samimiyet bekliyorsan çevrenden, sen ne kadar samimisin, kötü görünmek pahasına gerçek duygunu ne kadar paylaşıyorsun, hayır demek istediğin halde kaç kere evet dedin mesela, ne kadar süre insanları sadece olduğu gibi sevebilmeye tahamülün, esnekliğin var, senin istediğin gibi düşünmeseler bile ne kadar kabul edebiliyorsun ya da kendini olduğun gibi kabulde ne kadar yaşıyorsun hayatını; kendine, ailene, yaşamındaki her canlıya karşı gerçek seni tam olarak gösteriyor musun?

Kısacası görmek istediğin dünya, çevre, sevgi, samimiyet, hakkaniyet, bolluk, bereket... Bunların hepsi önce senin zihninde, kalbinde, yaşamında var olmalı, sonra da bu olanlardan çevrenle paylaşabilmelisin. Göreceksin nasıl zengin olacaksın, neyi veriyorsan, bereketle de geri alacaksın.

İstediğine sahip olmak; kim olmak istediğini bilmekle, doğru zamanda onu bulacağına inanmakla ve o kişiyi, oluşunu yaşama eylemlerle sunmakla mümkün. Sonra da doğanın adaletli takdirine teslim olup, hayırlısını bekleyerek ve doğanın ‘doğru’ zamanının onayına bırakarak, en önemlisi de olana da olmayana da şükretmekle doğru orantılı olacaktır.

İstediğin, hak ettiğine inandığın hayatı henüz elde etmediysen, bir bakmak ister misin; sen hayata sunduklarında ne kadar cömertsin ve beklentilerin karşılığında kendi verdiklerinde ne kadar tutarlı, şükürde ve dengedesin? Yaşamında dışardan gelmesini beklediğin her ne varsa ve neyin eksik olduğunu düşünüyorsan, senin de önce kendinde o yanını beslemen gerektiğini fark et!

 

  • Sen hangi oluş halinle, varlığınla her güne, her sabaha, neye hizmete uyanırsan yaşamla ve kendinle tamam olacaksın?

Sorgulamaya, cevaplamaya var mısın?

Unutma sen yoksan bir eksiğiz!

 

Sağlıcakla

Aynur Görmüş

 

 

 

PS: @lavisioneart ailesinin muhteşem organizasyonu ile 18 Mayıs tarihinde, “Ortaköy Tarihi Hüsrev Kethüda Hamamında” açılışı gerçekleşen resim sergimizdeki benim de “Düşlemek ve Gerçekleştirmek” isimli resimlerimden...

 

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-1

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-1

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-2

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-2

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-3

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-3

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-4

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-4

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-5

Düşlemek ve Gerçekleştirmek-5

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...