S o r g u l a m a l ı  !

 

 

Aslında fark etmeliyiz ki; her birimiz doğduğumuzda “olmuş bir insan” olarak gelmiyoruz bu dünyaya. İnsan olmayı öğrenmeye dair buradayız ve diğer canlılardan en büyük fark olarak verilmiş bir özellikle; bilinçle bu dünyayı deneyimlemek için geliyoruz.

 

  • Peki tam ve bütün bir insan olma deneyimini öğrenmek ne demektir?

Elbette bunu sorgulamak doğduğumuz halimizde eksik olduğumuz anlamına gelmiyor. Tersine, hepimiz olduğumuz mevcut halimizle tam ve bütünüz, doğruyuz, olduğumuz halimizle güzeliz, yeterliyiz, biriciğiz, evreni de varlığımızla bir şekilde tamamlıyoruz. Bunu yapabilmek için de, bilinçli bir yaşa geldiğimizde kim ve ne görevle burada olduğumuzu sorgulayarak bulmak yaşam sürecimizin temel amacı olmalı.

Hikayenin başlangıcında; ruhumuz fiziksel bedenimizle buluştuğu anda, aslında henüz boş bir zihinle doğmuş ve yaşamdan henüz öğrenmemiş, koşullandırılmamış durumda oluyor. Sonra çoğu zaman bilinçaltımızdaki, yani öğrenip kaydettiklerimizle, nadiren de bilinçle seçimler yapıyor ve biriktiriyoruz. Biriktirdiklerimizle, fiziksel bedenimizin öğrendikleriyle ve deneyimledikleriyle de yolculuğu anlamlı kılmaya, insan kalmaya çalışan ruhani varlıklarız.

“Biz bilinciz”

 

İçinde yaşadığımız bu fiziksel dünyayı deneyimlemek için yine fiziksel bir bedene bürünmüş varlıklar olarak bu şekilde öğreniyoruz ve yolculuğumuzu hep gelişerek öğrenerek de tamamlayıyoruz.

 

“Hiçbir canlıya verilmeyen bir özellikle;

‘bilinç’le insan olmayı öğrenmeye geliyoruz

bu dünyaya.”

 

Her birimiz kim olduğumuzu, hangi amaçla geldiğimizi keşfetmeye ve bunu yolculukta keşfederken de tecrübelenip, bunlardan öğrenmeye, öğrendiklerimizi paylaşmaya, aynı zamanda keyif de almaya geliyoruz. Burada her deneyimi her insanın yaşaması için yeterince zamanı yok maalesef. Dolayısı ile de başka hayatlardan ilham almaya, ders almaya, kendi yeteneklerimizle birbirimize öğretmeye, kendi tecrübelerimizle de birbirimizi tamamlamaya ve dünyayı daha yaşanılabilir, daha iyi bir yer haline getirmeye mecburuz.

“Çünkü sorumluyuz”

Sonucunda tüm bu deneyimlerle insan olmayı belki başarabiliyor ya da başaramıyoruz, kim bilir?  Önemli olan yaşamımızdan, görevlerimizden, hayatımıza seçtiğimiz insanlarımızdan ne kadar tatminiz, ne kadar kendimizle, yaptığımız ve yaşadığımız her şeyle tamamız, buna cevap bulmak önemli sanırım.

Belki de tam da bu kısımda düşünmeye başlamak gerekiyor. Çoğu zaman sadece düşünebilmek de yetmiyor, hissetmek daha önemli hale geliyor, insan olmak ve insan kalabilmek için.  İnsan kalabilmek kendin için yaşamanın ötesinde bir şey bana göre. Kendini bilmek ve kendi gerçekliğinde yaşamanın da ötesinde bütünün içindeki sen’in görevlerini fark edip, başka hayatları, acıları, ihtiyaçları da anlamak insan kalabilmenin en önemli temeli belki de.

Çoğumuz çocuk yaşlarda öğretilenler, dayatılanlar ve koşullandırıldıklarımızla, “koşulsuz inanan insan” oluyoruz. O yaşlarda başka türlü öğrenemez, olgunlaşamaz, hayatı tanıyamayız. Sevdiğimiz, güvendiğimiz, bağ kurduğumuz insanlardan sevgi ve onay almak için teslim olmak, yaşamı, değerleri, dünyayı öğrenmek zorundayız. Ancak bir süre sonra verilen o üstün yeteneği, yani bilinci kullanıp, irade gösterip sorumluluk da alarak kendi seçimlerimizi de yapmak zorundayız ki kendi deneyimlerimizi oluşturabilelim. Ancak öz iradesiyle seçimler yaparak, kendini gerçekleştiren insan olma evresine dair yolculuğa çıkabilirse gerçek bir özgürlüğe ve tatmine ulaşır insan. Bu da sadece dayatılanı yaşayan insandan bir başka evreye geçmekle mümkün olabilir.

 

"Sorgulayan insan evresi!"

Sorgulayan insan, var olan her şey gibi kendisini de sürekli değişimde tutarak geliştirir.

  •  Sorgulayan ve inanan insan farkı nedir peki?

Öncelikle burada inançtan söz ederken dini inançlardan kısmen farklı bir şeyden bahsediyorum. Dayatılan hayatı yaşayan, inanan insan daha huzurludur, çünkü öğretilenlere teslimiyettedir, buna gelenekler diyebilir, aile kuralları diyebilir, benim doğrum, benim karakterim, hatta prensiplerim de diyebilir. Oysa koşullandırıldıklarını olduğu hali ile kabul edendir. 7’sinde neyse 70’inde de öyle olur diyendir. Değişime esnek değildir, bu sebeple gelişimi yavaş olur. Her alınan bilgi, sadece bilgi seviyesinde kalır, yaşama geçmez, belki de kabul bile etmez. Doğru yanlış net bir çizgi ile ayrılmıştır. Kendi bildiği ve inandırıldığının dışına karşı dirençtedir.

Sorgulayan insanın yaşamı ise biraz daha içe dönüktür, daha yalnız ama meraklıdır, her şeyin üzerine kafa yorandır. Yaşamla derdi, davası olandır. Tek doğru olduğunu düşünmez, sürekli didikler, merak eder, araştırır, hatta fark ettiklerinden, öğrendiklerinden tatmin de olmaz, huzursuzdur kısacası.

  • Bu kadar yorucu, insanı yalnızlaştıran bir şeyse insan neden sorgulamaya devam eder peki?

Çünkü sonunda derdin dışarda olmadığını, mutluluğu dışarda aramaması gerektiğini, değişimin insanın içinde başladığını, dünyayı değiştiren insanların merak eden, öğrenen ve öğrendikleriyle harekete geçen ve deneyimleyen, bilgiyi yaşamın içinde bizzat deneyleyen, test eden insan olmak olduğunu fark eder bir kere. Bu daha da meraklandırır.

Sorgulamazsa insan yaşamını sınırlandırır, olduğu kadarına razı gelir, mucizeleri aramaz, inanmaz, dayatılan hayatları yaşar ama bunu kendi seçimi zannetme yanılsamasınada düşer, gerçek özgürlüğü tadamaz. Ama aslında özünde hiç tatmin de olamaz yaşamından, bu yüzdendir ki; tatmini dünyadaki somut şeylerde aramaya devam eder ve sürekli şikâyet eder ya da kendini mutlu olduğuna inandırır, çünkü diğer yolu henüz bilmiyordur. İnsan bu yüzden hep mutlu, başarılı hatta tatmin olmak ister ve bunu sürekli dışarda arar. Tatmin olmak için unvanlar ister, güç ister, para ister, hep daha dahayı ister sürekli, an’da değildir, gelecektedir her daim.

 

  • Peki biz sorgulayan mı, değişime açık mı yoksa öğrendiklerine inanan insan mıyız,  bunu nasıl keşfederiz?

İnsan mizacının oluşması çocuk yaşlarda başlar, bilinçaltı öğrenir, biriktirir ve oradan seçimler yaparak belirler ne yaşayacağını ve nasıl tepkiler vereceğini hayata. Deneyimlerimize baktığımız zaman, kararları alış şeklimize ya da zihnimizin esnekliğine, dirençlerine, ilişkilerimizdeki tutum ve davranışlarımıza, çevremizden aldığımız geri bildirimlerimize, olaylara tepkilerimize, bireysel yatkınlığımızı ve düşünce biçimimizi kolayca keşfedebiliriz. Toplumsal olarak da bizim büyümemize, yetiştirilmemize eşlik edenlerden öğrendiklerimizden, aldığımız eğitimlerden, yaşadığımız toplumsal değerlerden, geleneklerimizden, geçmişten bugüne toplumun geneline baktığımızda nasıl bir kültürde yaşadığımız da yaklaşımlarımızın biçimini ortaya koyar. Tersinden giderek, düşünce ve davranış biçimlerimizin yatkınlığınlını, yaşadığımız çevreden ve toplumdan bireye de indirgeyebiliriz.

Her şey bir soru ile başlıyor aslında;

  • Ben kimim, kim olmaya geldim?

Ve bir seçimle devam ediyor!

  • Kimi gerçekleştirmek istiyorum?
  • Ben kimin seçtiği hayatı yaşıyorum?
  • Yaşama verdiğim tepkilerimi nereden öğrendim?

Kendine ve yaşam amacına ulaşmak için sorgulamayı seçen insan sorguladıkça ve zihnindeki sorularına cevaplar buldukça, adım adım huzura ve kendi gerçeğine yaklaşır. Tatmin olunabilecek bir hayatın, kendini ve düşlerini keşfetmekte ve ona ulaşmaya adanmış bir hayatta olduğunu fark ettikçe de, dayatılanı yaşayan insan kalıplarından çıkıp öz iradesi ile seçimler yapabilen özgür insana evrilir.  Kendini ve ne istediğini bilerek var olabilir yaşamda. Verdiği kararların sorumluluğunu alıp, sonucu ne olursa olsun, bedel ödedim ya da hata yaptım diye düşünmez, tecrübelendim, öğrendim diyerek, özgür bir yaşamın keyfini süren olacaktır. Daha geniş bir açıdan bakabilen olur dünyaya, esnek, kolaylaştırıcı, her şeyi kapsayıcı, çeşitliliği de zenginlik olarak görebilen olur.

Sadece tek doğrunun varlığına inanan insan, kendi doğrusunu savunurken, kendi gibi düşünmeyenleri ötekileştiren, yargılayan da olabilir. Aslında bu bakış açısı ile kendini diğer düşüncelerle zenginleştirmekten alıkoymuş olur.

Aslında gerçekte  inanan insan ile sorgulayan insan arasında fark da yoktur.  

Bu ne demektir?

Gerçek inanç, koşulsuz teslimiyette ya da körü körüne dayatılanı kabul etmekte değil, bilinçle sürekli sorgulayıp, bulduğu cevapların yarattığı güven ve huzur duygusunu, bilimsel verilerle de destekleyerek, kalben ve ruhen ulaştığı mertebede, sonuçtadır. Olanı olduğu hali ile görmeye uğraşan, üzerine yorum katmadan, olanda bir hayır görmeye dair teslimiyettedir. Ama etki edebileceği zamanlarda da hep kendisine ve yaşama potansiyelinin en üst mertebesini sunmaya niyette olandır. Bunun yanında olan bitene de faydayı görecek anlamlar bulmaya çalışandır. Buradaki inanç, her ne olursa olsun, başımıza gelenlerin içindeki hayrı görmeye dairdir.

 

“ Yani gerçekte inanan insan olmak demek,

ancak sorguladıkça cevaplarının bulunabileceği bir sistemin,

etki edilecek yerlerine dair mücadelede,

edilemeyeceği yerlerin de farkında

ve kabulde olan demektir. “

 

Yaşamın mucizelerine, akışına güvenmek, teslim olmak demektir. Sonucunda müdahale edemediği alanlarda ilahi sisteme inanandır.

Gerçekten inanana sistem zaten kendi var olma nedenini, hayatın akışını, bu akış içinde kendisine düşen görevleri ve sorumlulukları sürekli önüne çıkararak sorgulatır. Kendini bilen insan vermeye geldiği hizmeti keşfettikçe, bilincinin ve iradesinin gücüyle elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret eder, sonra sonuca teslim olur, hayrı sonuçta görmeye niyet eder. Yaşamın döngüsünde sürekli sorgular, keşfeder, deneyimler ve keşfettikçe de özgürleşir, sisteme inancı daha da artar, huzuru bulur. Bu yüzdendir ki bana göre gerçek inanan insan sorgulayan insanla karşı karşıya durmaz, zaten her ikisi de aynıdır.

Körü körüne bir fikre bağlanmak ise, kendiyle iç çatışmaya girmeden, sorgusuz bir kabul etmişliğin vereceği huzuru hissettirir gibi görünür belki, ama hiç kimse, bir diğerine kendisi deneyimlemeden, kendi iradesi ile seçimlerini yaşamadan huzurlu hissettiremez, ancak zannetme yanılgısına düşer sorgulamadan inanan insan. İnanç dışarıya değil, insanın benliğine, özüne bağlıdır. Buraya ulaşan, ulaşmaya niyet edip bir yola çıkan zaten mutluluğu bulur.

 

“Sorgulamadığında bilmeyensindir,

Bilmediğinde de mutlusundur.

Bildiğin, fark ettiğin zaman artık sorumlusun,

Her şeyden ve herkesten

Ve sonucunda eyleme geçmen gereklidir. “

 

Bu opsiyon zor olandır;  emek, efor, üretmek ister. İnsan zihni de çoğu zaman zor olanı değil kolay gibi görüneni seçmeye meyil eder, yani sorgulamakla uğraşmak yerine koşulsuz teslimiyeti seçer. Çünkü orada sorumlu başkasıdır, sana fikri satan her kimse odur, o fikirle başarısız da olsan sorumlu sen değilsindir, asla başarısız da olmazsın böylelikle.

Düşünün ; yaşamınızda net sonuçlar almadığınız herhangi bir konuda size peşinen çok iyisin, çok yeteneklisin deseler, henüz kendiniz deneyimlemediğiniz bu düşünceyi ne kadar inanıp, satın alabilirsiniz? Alsanız da samimi olur mu, bu düşüncede şüpheye düşmez misiniz?

Sorgulayan insan kuşkucu, güvenmeyen insan değildir. Samimiyetle kendi gerçeğine uygun cevabı arayandır. Alacağı cevaplarla hep tam ve bütün olacak ve sisteme olan inancını da artacaktır adım adım.

Kuşkucu insan genelde ne kendine ne dışardakilere güvenmez, bütünün güzelliğini de kendi mucizelerini de sisteme teslimiyeti de göremez, hep kusur bulur, sürekli eksik görmeye odaklı olduğundan da yargılar tam ve bütün olamaz.

Sorgulayan insan neden-sonuç ilişkisi ile soruna değil çözüme odaklıdır. Amacı gerçeği aramaktır, buldukça da her şeyin gerçeğini sorgulamaya doğru devam eder ve belki de yalnızlaşır, doğru. Bir kere fark etti mi artık bananeler üretemez, kendini fark etse bu sefer başkaları için uğraşır. Bu yüzden normal dışı, marjinal olarak yorumlanabilir.

Hepsinin özünde sorgulanmayan bir hayat, başkalarının seçimlerini yaşamaktır, insan o zaman sadece nefes alıp verir, hatta amaçsız olarak sadece canlı kalır. Sorgusuzca inanmak, sana öğretileni koşulsuzca yaşamaktır. 

Ama ne zaman ki inandığını düşündüğün yaşamında kendinle tamam olamadığın bir durum oluşur, rahatsızlıkların başlar, bir şüphe düşer kalbine ve inandıklarını sorgulamaya başlarsın, işte dönüşüm de böyle başlamıştır aslında. Bu ihtiyacın tek bir nedeni vardır bana göre; kendini gerçekleştirmek.

İnsan olabilme deneyimini öğrenmeye geldiğimiz bu deney dünyasında acaba bunu kendim ve tüm doğa için layığıyla yapabiliyor muyum diye sık sık sorgulamalı belki, ama sonuç elbette muallak! Amaç mutlak başarıya ulaşmak olmasa da fark etmek büyük özgürlük olacak.   

Biz yönümüzü yine de yapamadıklarımıza değil, neye, kime hangi canlının hayatına olumlu etki olacağımıza çevirebilirsek sanırım çözüme giden yolun temelini atmış olacağız. Bunun için de başlangıç kendini bilmek, kendini bulmak, kendi öz iradenle yaptığın seçimlerle kendine anlamlı bir hayat var edebilmekle mümkün olabilecek.

O zaman kendi gerçeğinde bir hayat yaşayabilmek için sorgulamaya kendinden başlamaya varmı mısın?

  • Sen şu ana kadar kimdin?  
  • Kendinle, diğer insanlarınla ve yaşadıklarınla iyi kötü demeden ne kadar tamamsın?
  • Bundan sonraki yaşamında kim olmak istiyorsun?
  • Ne amaç için buradasın?
  • Hangi düşleri kuruyorsun?
  • Yolculuğunu nasıl tanımlıyorsun?

Kilit düşünce biçiminden biri ise, her şeyi genelleyerek hayatın tamamına yüklemek yerine, her bir olanı kendi bağlamında değerlendirmek ve ona çözüm odağı geliştirmek zihnimizi ve kalbimizi  yüklerinden arındırır.

 

 

Sağlıcakla

Aynur Görmüş

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...