Yitik Dünya

 

 

 

Bir yıl daha bitiyor…

Acısıyla…

Tatlısıyla diye devam etmek gerekir değil mi, olmuyor. Bireysel yaşam kaygısı ve hayat kavgasından çıkıp biraz yukarıdan şu kocaman dünyaya baktığımızda devamını getiremeyecek kadar çok sebep var.

Savaşlar ve silahlar, acı ve isyan, keder ve gözyaşı; insan olma kavramını yeniden sorguladığımız dönemler içindeyiz. Bugün de iyi bir şey yok duygusuyla gözlerimizi kapıyoruz.

Bir yıl daha bitiyor ve dünya üzerinde savaşarak mutlu olunmayacağını anlayamayan bir güruhun bitmez tükenmez hırsı onca umudu, yaşam hakkını, var olma hakkını yerle bir ediyor.

Sanırım ciddi bir akıl tutulması yaşıyoruz. Normal ne demek diye sormak geliyor aklıma. Normal insan, normal lider, normal siyaset.

Normal, bir çocuğun geleceği için kurduğumuz hayallerdir. O çocuğun yaşıtlarıyla birlikte huzurla, güvenle, sırtından ter damlayacak kadar koştuğu, gülmekten karnı ağrıyacak kadar mutlu olduğu, uzandığında elini tutabilecek bir annesi, babası olduğu zamanlardır. Normal, halkların birbirlerine düşmanlık duymadan sınırın iki yakasında barışla, huzurla, kardeşçe yaşayabilmesidir. Normal, artık bu dünyada Maslow’un İhtiyaçlar Teorisindeki en alt tabakalardaki maddeleri çoktan geçmiş olmaktır.

 

Maslow, gereksinimleri ne diyor.(*)

*Fizyolojik gereksinimler (nefes alma, besin, yemek, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma, boşaltım)

*Güvenlik gereksinimi (beden, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği)

*Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet)

*Saygınlık gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları tarafından saygı duyulmak)

*Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü, önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak)

 

O halde bu dünya henüz 1. Aşamada dahi değil. Nefes alamayan, aldıkları nefes ellerinden alınan çocuklardan bahsediyoruz.

Savaşın tarafı olmaz. Değil mi ki ölen, bir daha bu dünyadaki herhangi bir şeye bir çiçeğe, bir buluta, bir kediye bakamayacak çocuk gözler, o halde o savaşın haklılığı olmaz.

Oysaki şiirler var bu dünyada, göğe, denize, sevgiliye, vatana, göz alabildiğince uzanıp giden yollara yazılan şiirler var. Oysaki notalar var, bir keman sesi duyulduğunda dünyanın dört bir yanına dağılan duygular, hüzünler, sevinçler var. Oysaki elimizde sadece tek bir dünya var varlığıyla muhteşem bir cennete dönüşebilecek mucize. Coğrafyasıyla, halklarıyla, sanatıyla, teknolojisi ve geleceğiyle nasıl yoğrulursa öyle şekil alabilecek bir öz. Kötülüğü seçmek, iyiliği yadsımak bu gelip geçici dünyada ne kadar düşük bir realite olarak karşımıza çıkıyor. İyilik ve kötülük kavramı üzerine kurulmuş bir dünya insanı dehşete düşürecek denli tehlikeli geliyor kulağa.

Yıllar önce izlediğim bir film bu kavramlara ne zaman kafa yorsam gelir belleğimin dehlizlerinden sıyrılır ve bir vizyon olarak gözlerimin önüne serilir. Sanırım birçoğunuzun izlediği bir film “Green Miles/Yeşil Yol” filmi. Amerikalı ünlü bilimkurgu yazarı Stephen King'in aynı adlı romanından uyarlanan film iyi olmak ve kötü olmak Türkçede ikilik ya da ikilem olarak kullandığımız düalite üzerine bir başyapıt kanımca. Başarılı aktör Tom Hanks (Paul Edgecomb)ile Michael Clarke ‘ın (John Coffey) harikalar yarattığı filmde doğaüstü güçleri olan John’un bir sahnesi vardır.  Paul John’un hücresine girer ve idam edilmeden önce kaçmasına izin verebileceğini söyler, onun suçsuz olduğuna inanıyordur ve onun için bir şey yapmak istemektedir çok geç olmadan. John bunu yapmasına izin vermez ve o sahnede söyledikleri tam da bu kavramlar için dile getirilen en muhteşem tespitlerden biridir. Şöyle der John: “Çok yoruldum patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan, hiç arkadaşımın olmamasından yoruldum. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri, insanların birbirine kötü davranmasından bıktım artık. Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım artık, çok fazla var. Sanki her an içime, kafama cam parçaları batıyor. Anlıyor musun patron.”

“Evet, evet anlıyorum John” diyor başgardiyan Paul

Bu dünyada John’lar ölmeden ve Paul’ler çaresiz kalmadan yaşanacak bir an gelecek mi işte bunu bilmiyorum.

“İnsanın eli yarı evcilleşmiş bir hayvana benzer; çoğu zaman iyidir ama bazen kontrolden çıkıp gördüğü ilk şeyi ısırır.” (Green Miles)

Ve bir yıl daha bitiyor… Umarım Aralık ayında daha “normal”  bir yazı ile sizlerle buluşurum.

 

 

Sevgiler

Ayşegül Ekşioğlu

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...