Her an sayısız olan’lar var yaşamımızda ve bir de bu olan’lara her birimizin verdiği farklı tepkilerimiz, yazdığımız hikayelerimiz...
İşte bu olan’lar ve onlara verdiğimiz tepkilerimizin toplamı ise inançlatımızı ve zihnimizin deneyimlerini oluşturuyor.
Büyük, küçük, önemli, önemsiz, yaşımında bütün olan’lar elbette hatıra olarak geçmişte yerini almalı ve o sadece bir ‘deneyim’ olarak kalmalı derken, sen olanı olduğu an’da ne olarak yorumladıysan, bilinçaltına da o hali ile arşivleniyor.
Sen bu yorumlarını an’da yakalayabilirsen, yorumunla gerçeğin birbirinden çok farklı da olabileceğini ve büyük anlamlar yükleyip, belki de üzerine kendini yorduğun, yıprattığın, büyük tepkiler verdiğin bir çok yorumunun, olanın kendisinden çok büyük olduğunu da fark edebilirsin.
Çünkü bu deneyim sana ya öğretecek ve sen fark edip, buradan kazanan, güçlenen olarak çıkacaksın ya da onu drama olarak görecek, sırtına yükleyip hep seninle beraber geleceğine, an’ına taşıyacak ve benzerlerini de tekrar tekrar yaşatacaksın kendine. Pratik ettiğin her tepkin senin davranışın ve düşünce biçimin olarak uzun vadeli biçimde karakterine de sirayet edecek.
Seçim senin! Ama ya zihnindeki koşulda, inançta, ya da şimdi’de, yargılarından ayrıştırdığın bilinçli anındasın!
Gün içinde, kendine iyi gelen ya da gelmeyen diye yorumladığın bir takım durumlar (olanlar) yaşarsın. Buna yorum kattığın anda, zihnini ona inandırırsın ve artık onlar koşullanmaya kadar evrilir. Yorumsuzca bakabilirsen ancak o zaman ona sadece “olan” diyebilirsin. Ama bu olan’lara biz genelde kendi zihnimizdeki inançlarımızla, kendi penceremizden bakarak anlamlar bulur, üzerine sıfatlar koyar ve bunlar üzerinden de yaşama (sana uyana-uymayana) tepkiler veririz. Sadece tepki vermekle kalmaz, bizimle yaşama eşlik edenlere de bu enerjiyle hizmet eder, ailemizi, çevremizi de koşullandırmaya çalışırız.
Bu yargılarla, olanlara bazen iyi bazen kötü deriz, bazen güzel bazen çirkin, hatta doğru ya da yanlış diye de keskin yorumlar bile yaparız, yanlışlarız. Kendi öğrendiklerimizi ve inandıklarımızı referans alarak, düşüncemizi tek doğru kabul ederiz. Bir süre sonra da mücadelimiz, olan’dan bağımsız, kendi görüşlerimize dayandırdığımız haklılığımızı ispat etmeye kadar gider ve hatta doğrunun ne olduğuna o kadar iknayızdır ki, dışardan gelen her yoruma da direnç gösteriririz. Ne kadar yorucu di mi? Konu artık o olan değil, bizim düşüncemizi kabul ettirmeye dair ısrarımıza döner.
Oysa ortada sadece bir “olan” vardır; sorumlusu kim veya ne olursa olsun, buna yorumda ve yargıda bulunmak da her bireyin kendi zihnine göre değişken olacaktır. O zaman herkesin kendi inancına göre yaptığı yorumu da doğrusu da farklı olabilir. İşte esnek bakalbilmek bunu kabul edebilmektir.
“Olan her zaman geçmiş zamandadır!
Olan’a yorum yapma iradesi ise hep bireyin zihninde…”
Geleceğe taşıyacağın gücün ise, işte bunu şimdi’de fark edebilmekte...”
Artık üzerine etkimiz olamıyorsa olan'ın, belki biz ona dair tepkilerimizi seçebiliriz?!
Yeninden fark edebilir misin?
İraden dışında yaşadıkların seni zorladığında, sıkışmış ya da huzurun kaçmış hissettiğinde, bunları duymak sana nasıl geliyor?
“Sakinliğini keşfet,
Keza çözüm sana hep orada görünmeye başlıyor!”
Geçmişte olan’a dair etkilerimiz önce kabule, sakinliğe geçmekle, odağımızı olmuşa değil, çözüme çevirmekle mümkün olabilir. Dinginlikte, sakinlikte, çoğu zaman bir adım geri çekilmekle gelir gerçek çözümlerin farkındalığı, anında cevap ya da tepki vermekte değil. Öfkeden, kızgınlıktan, suçlamalardan arınabildiğinde insan, tepkileri de azalır. O zaman zihin yargısızca ve daha kolay bakar işte ve akıl olarak işlemeye başlar, bilgisini güce çevirebilir ve bilinçle, an’dadır, geçmiş deneyimlerinin tekrar ettiğine dair inançda, haklılık peşinde değildir artık. Bilinçli insansa sezgilerini daha net duyar, daha sağlıkla yorum yapar, yaşamı ile ilgili de daha tatmin olacağı kararlar verebilir. Sonucu ne olursa olsun bile isteye sorumluluk alır ve kabule geçer.
Bazen üzerine düşünmek gerekir, bazen susmak, fark etmek, bazen eyleme geçmek, bazen de veda etmeyi bilmek, ortamı terk etmek, vazgeçmeyi de bilmek gerek ve sonra yeniden başlamak, bazen pes etmeden yola devam etmek de... Ve her zaman şuçlamak, şikayet etmek yerine yaşamak istediğin durumun yaratıcısı olmak gerekir.
Maalesef zihinlerimiz koşullu kabuldedir. Başkasını anlama niyetinden daha çok anlaşılmayı bekleyendir. Hep her şey bizim doğrularımıza, değerlerimize uysun isteriz ama aslında kendi özünle buluşup onunla uyumlanmak gerçek özgürlüğü ve olanları kolaylıkla kabule geçmeyi getirecektir. Çünkü o zaman başkalarının da kendi olmasına izin verir, tahamül gösterebilir, olanlara herkesin yorumunun farklı olabileceğini de kabul edebilirsin.
Gerçek, senin gördüğünden, yargından, inandığından farklı olabilir. 5 duyun sana her zaman olanı yorumsuz göstermeyebilir. Sen gördüğünden farklı bir gerçeklik olabileceğini de kabule geçebilirsen, olanı kabul eden, olduğu haliyle kendine ve dışarıya sevgiyi veren ve alan da olabileceksin. Herkesin kendi özünü yaşamasına izin verebildiğinde, sevmek, kabul etmek için koyduğun koşulları, sınırlandırmaları kaldırdığında, olanı olduğu haliyle sevmeye geçebilen de olacaksın!
Unutma! Yaşamda her gün her dakika bir şeyler olur, olacak. Bunların içindeki öğreticiliği fırsat olarak görmeye çalışmaya ne dersin? Doğada olan her şey bütünün hayrınadır diyebilmek, bu teslimiyete geçebilmek çok özgürleştirici ve ferahlatıcıdır. Olanların seni mutsuz etmesine, yaşam enerjinden çalmasına izin vermemek senin sorumluluğunda. Bu hiç bir şey yapmamak değil, tam tersi enerjini etki alanına kullanmak, etkinde olmayanın yaşamına katkısı ne olur onu görebilmeye odaklanmaktır. Keza dışarda senin zihninle gördüğün gerçeklikten başka bir şey yok. Sen iyi diyorsan iyi , kötü dersen olan kötüdür. Sen düşüncelerindeki yargılardan arınabilir misin, olana dair zihnindeki yorumları görmek istediğin dünyaya ulaşabilmek için değiştirebilir misin , ona bakmalısın!
Sağlıcakla
Aynur Görmüş