Hey, Bayım…
Bayım, gelin burası boş, yanıma oturabilirsiniz. Geçin şöyle, dikkat edin, hah tamam, oldu işte.
Sormayın, gerçekten çok kalabalık, bu hengâmede elinizde onca yükle durmak olanaksızdı. Efendim? Doğru, epey yolumuz var. Ben son durakta ineceğim ya siz? Evet, biliyorum o durağı; benden bir durak önce inmeniz gerekiyor. İsterseniz kitaplarınızın bir kısmını bana verebilirsiniz. Hayır, ne zahmeti… E peki o zaman siz bilirsiniz.
Efendim? A evet gerçekten sıcak, siz burada yaşamıyorsunuz galiba. Demek İstanbul’da yaşıyorsunuz. Maalesef yaz mevsimi bu şehirden geç gider. Aslında ben yolculukta konuşmayı pek sevmem, ancak elinizde kitapları görünce merak ettim haliyle. Konu kitaplar olunca kendimi pek tutamam da. Sorabilir miyim hangi kitapları okuyorsunuz? Aaa, Dünya Klasikleri mi, şahane. Bakabilir miyim? Evet, evet, bir Gogol, bir Turgenyev ve iki de kim dediniz? Ha tamam Tolstoy. Siz de seviyorsunuz demek. Pardon ne dediniz? İnanmıyorum, bu kitapları üçer kez mi okudunuz? Ben şimdiye dek sadece Dostoyevski ve Tolstoy’u birden fazla okumuşumdur. Doğru tahmin, tabi ki bildiniz. Anna Karennina ile Suç ve Ceza; bir de Beyaz Geceler’i atlamamak lazım.
Ben mi? 22 yaşındayım. Ah çok naziksiniz, teşekkür ederim. Genç ve toy bir yaş. Okul mu; okulum yeni bitti. Matematik bölümünden mezun oldum. Çok mu güzel; eh öyle de denebilir ama bana kalsaydı kesinlikle edebiyat okurdum. Neden mi okumadım? Bunu babama anlatmak çok kolay değil tahmin edeceğiniz gibi bu toplumda, ama biliyor musunuz bayım, ben kendime söz verdim; bir gün çocuğum olursa hiç karışmayacağım, hangi bölümü isterse onu okusun. Gülüyorsunuz değil mi, Gerçekten öyle olacak. Peki, siz, sizin mesleğiniz nedir? Aaa harika doktorsunuz demek, yok yok merak etmeyin size hastalıklarımdan söz edecek değilim, sadece kitaplar, söz. Teşekkür ederim, evet beni genelde şakacı bulur arkadaşlarım, bir de filozof derler, sanki her kitap okuyan filozof olurmuş gibi; takılıyorlar işte.
Efendim, kitapları neden mi bu kadar çok seviyorum? Biliyor musunuz bayım, ben küçükken hiçbir zaman yalnızlık çekmedim; son derece sıradan bir hayatım vardı görünüşte, ev okul, yazları anneannemin evi. Öyle ki anneannem sürekli anneme söylenirdi, tek çocuk kaldı bencil olacak, ileride yalnızlık çekecek diye. Oysa benim sayısız hayatım, bir o kadar da arkadaşım vardı; hayallerimde yani. Kitaplar benim için gizemli bir mağara kapısı gibiydi, bir kez okumaya başladığımda kendime bir karakter belirler ve o olurdum, yoo yoo esas kahraman olması şart değil, Don Kişot’ta mesela ben Rosinante’ydim. Gülmeyin, gerçekten sonuçta o bir attı ama o romanın içindeydi. Aaa ne güzel demek siz de çok seviyorsunuz o romanı.
Nasıl yani? Siz gerçekten hayal kuramaz mıydınız? Bu nasıl olabilir düşünemiyorum bile. Yok, yok lütfen üzülmeyin herkes her konuda yetenekli olmak zorunda değil. Ben de kan görmeye dayanamam, örneğin sizin yerinizde olmayı hiç istemezdim. Hayal demişken söylemeden geçemeyeceğim. Küçük Prens’i herkes bilir ancak Küçük Prenses’i bazı çocuklar bilir. Muhteşem bir kitaptır. Çok küçükken okumuştum. Yazarın adını bir türlü söyleyemezdim. Frances Hodgson Burnett, artık söyleyebiliyorum tabii. Orada Prenses Sarah’nın sevimli bir arkadaşı vardı, adı Ermengerde miydi neydi, değilse de buna yakın bir ad işte; bir türlü hayal kurmayı başaramazdı ve küçük prensesin ona hayal kurmayı öğrettiği bir an vardı. Kızcağız çok zorlanıyor; Sarah da ona tavsiyeler veriyordu. O kadar hoşuma gitmişti ki o tasvirler. Benim için ekmek su kadar doğal bir iş hayal kurmak, Hı hı, haklısınız şanslıyım.
Metronun gürültüsünden duyamadım; kocaman bir uğultu var da, tekrar eder misiniz lütfen? Aa anladım evet tabi ki kitap seven arkadaşlarım da oldu. Zaten hayatta en sevdiğim şey kitap değişimidir. Biliyor musunuz kimi insan kitaplarını kimseyle paylaşamaz, onları da anlıyorum ama… İnanmıyorum siz de mi öylesiniz? Gerçekten mi? İste sizleri anlamaya çalışıyorum ama başka birinin elinde ona günlerce arkadaşlık eden, onun gözlerinden, hislerinden; onun süzgecinden geçen bir kitabın yaşanmışlığı oluyor ya, işte onu keşfetmek muazzam. Acaba hangi sayfasında şöyle bir durup düşündü diye merak etmek bence çok kıymetli. Efendim? Siz çok mu not alıyorsunuz; sayfa kenarlarına yani? Bu sizin okuduğunuz kitap sanırım, peki ya elinizdeki diğer kitaplar? Arkadaşlarınıza hediyeler ne güzel… Bakayım, ooo gerçekten; bence siz sahiden kitabı yeniden yazıyorsunuz, baksanıza hiç boş yer kalmamış neredeyse, ne kadar da düzgün bir yazınız var. Bir doktor için fazla güzel. Ah aşk olsun olur mu hiç öyle şey, eminim siz hem çok iyi bir hekimsiniz hem de istisnai olarak yazınız çok güzel. Yok iltifat etmeyi beceremem içimden geçenleri söyledim sadece. Ne demek, o sizin nezaketiniz, ben teşekkür ederim.
Ben küçükken mahallemizdeki kütüphaneye sık sık giderdim. O odada dolaşmak; eğer kışsa ortada yaktıkları sobanın sıcaklığında okumak, o kitaplara dokunmak beni öyle mutlu ederdi ki. Ama biliyor musunuz bir keresinde kütüphane görevlisinden çok feci bir fırça yemiştim. Yaptığım da bir şey yoktu hani. Sadece raftaki kitaplara bakarken biri önde biri arkada kalmıştı, tuttum hepsini rafın dibine ittim. Adam hışımla yanıma gelip, “Ne yapıyorsun sen öyle, hepsinin yerini bozdun,” demesin mi. Bir an tüm bakışların üzerime dikildiğini hissettim. Bir de hatırladığım şey çok utandığım. Kemalettin Tuğcu öykülerindeki zavallı çocuklar gibi görmüştüm kendimi. Ah çok üzüldüm, sizin köyünüzde hiç kütüphane olmadı demek. Bence siz yine de şanslı sayılırsınız içinizde kitap sevgisi varmış.
Düşüncelere daldınız, biraz çok konuşmuş olabilirim, yordum sizi. Ne demek, asıl ben çok mutlu oldum. Sizin gibi kitaplarla arası iyi olan bir doktorla karşılaştığım için. Bu arada siz bir durak sonra ineceksiniz. Kalem mi, ah tabii ki kalemim var; deftersiz kalemsiz dışarı çıktığım pek görülmemiştir. İşte burada buyurun. Nasıl yani? Bu kitabı mı, bana mı? Ah tabii ki bu hediyeye çok mutlu olurum. Çok naziksiniz, o kadar da taşıdınız, demek bana kısmetmiş, not mu yazacaksınız, çok sevinirim hatırası kalsın, Adım, hay Allah adımı söylemedim değil mi…
…
Siz şimdi iniyorsunuz. Tanıştığımıza sevindim. Peki, anlaştık, metrodan indikten sonra notunuzu okuyacağıma söz veriyorum. Doğru, haklısınız bu kısacık sürede siz de biraz tanıdınız beni, gerçekten merakımdan öleceğim, ama söz, iyi ki sadece bir durak var. Ha bir de… İyi ki kitaplar var. Belki bir gün yine karşılaşırız. “Savaş ve Barış” için tekrar teşekkür ederim. Gününüz güzel geçsin Doktor Bey.
Sevgili Naz,
Senin gibi bir kitap kurduna bu kitabı armağan ettiğim için mutluyum. Kitap demişken söylemeden geçemeyeceğim. Ben aynı zamanda Don Kişot Kitabevi’nin sahibiyim. Buraya da şubelerimizi ziyaret etmek ve öğrencilerle bir söyleşi yapmak için geldim, bu arada şehri de biraz gezmek istedim. Şubelerimize senin adını bildireceğim. Artık okumak istediğin tüm kitaplar bizim sana hediyemizdir. “İyi ki kitaplar var.”
Sevgilerimle
Ediz Akay
( Kalbinde, çocukluk yıllarına ve kitaba dair bir anı saklayan tüm okuyucularıma, kitapseverlere, kitap kurtlarına, kitaplardan konuşmaktan mutluluk duyanlara… İyi ki kitaplar var; okumak istediğiniz tüm kitaplara ulaşabilmeniz dileğimle…)
Ayşegül Ekşioğlu