Hayatımda neşe hissine biraz uzak kaldığımı fark ettim. Dingin, sakin, tatlı bir rehaveti özlediğimi söyledim kendi kendime. Zaman zaman zihnimin kalbime, korkularımın teslimiyete galip geldiğini, bazen de sabahları uyandığımda endişelerimin gülümsememi geride bıraktığını gördüm.
Hayatımda tam olarak neye ihtiyacım var sorusunu soruyor, hissettiğim bu inişli çıkışlı ruh hallerimde ayaklarımın altındaki buzlar kaymadan kendimi sarsıyorum. Çünkü yeni bir yıl, yeni başlangıçlar, eski bir kapıyı kapamak, yeni bir kilidi açmaktır. Ancak böyle anlarda her zaman olduğu gibi zihin devreye giriyor; hayır, bu kötücül bir dünya diyor. Burada sorun yok ben de biliyorum bir ölçüde bazı şeyler yeterince kötü, kalpler katran karası ve bizatihi korkunç olabiliyor. Sen yine de hatırla diyorum kendime, neden burada olduğumu hatırlıyorum. Bunun için buradayız, bu tezatı fark etmek için varız. Bunlar yanımızdan gelip geçecek, bizi içine çekmeye meylettikçe biz üstümüzü başımızı silkeleyecek ve mesafeyi açık tutacağız.
Kolektif iyilik, kendiliğinden iyi olma hali, iyiliği anlamak… Bu enerjilerin yükselmesi için bir kelebeğin kanat çırpması gerekiyorsa bu oluyor, senin, benim, bizim katkımızı bekliyor oluş hali kim bilir? Her batışın bir doğuşu oluyor nasıl olsa. Dünya bu, ikilem, içinde kaybolduğumuz illüzyon ve sadece bir durak.
İşte bundan sebep geçen yıllarda sıklıkla düşünmediğim bu kavram hayatımda daha çok yer alacak. Hayat biraz etrafa saçılmıştı benim açımdan, sorumluluklar, başlangıçlar, girişimler, LGS annesi olmak, ev, iş düzeni derken şşşşt dedim kendime sakin… sakin. Neşe çıktı geldi hafızama.
Neşe… Hani derler ya mutluluğun hep bir nedeni vardır oysa neşenin bir sebebe ihtiyacı yoktur. Doğru. Kendiliğinden, doğalında, özgün bir kavram neşe. Bu hal de bir evre, bir farkındalık. Hissettikçe, duygularımda yer açtıkça, frekansımı neşeye hizaladıkça bu duygu durumunu daha uzun soluklu yaşıyorum. Hatta neşeye daha çok yer veriyor, çabaladığımı görüyorum. Bu güzel bir his.
Neşe kelimesinin fonetiği dahi insanı iyileştiriyor. Melodi gibi, şıkır şıkır, açık, sürekli bir gülümseme hali. Adım adım iyileşiyor ruhum, bir halden başka bir hale dönüşüyorum, çevremde neler oluyor, kalbim nasıl açılıyor, o sesler, görüntüler nasıl bir filtreden geçiyor ve bana ulaşıyor hepsi bu mucizevi kelime sayesinde oluyor.
Söz gelimi kaygıya, korkuya, öfkeye kapılacağımı anladığımda artık bunun adını koymakla başlıyorum çabaya. Hissin adını koyuyorum: Bu öfke, bunu bırakabilirim. Bırak gitsin… Bırak gitsin… Derin nefesler alıyorum ve açıkça yerine alabileceğim iyi bir hissi çağırıyorum o anda. Neşe oluyor bu çoğunlukla, hani demiştik ya neşe bir sebep aramaz diye. Çabamı takdir ediyorum. O an düşünmeyi bırakıyor sadece derinlerden çıktığımı, neşeyi yanıma çektiğimi hayal ediyorum. Başarıyorum duygusuna yakın durmak, onu sımsıkı sarmak bana çok iyi geliyor. Müzik dinliyorum kitap okuyorum. 2025 için harika kitaplarım, keşfettikçe mutlu olduğum yazarlar, konular, türler var. Çok sevdiğim dostlarımdan biri var. Hem tango DJ liği için harika bir öğretmen hem içten bir dost. Muhteşem kitaplar verdi. Haruki Murakami’den “Sahilde Kafka”, “Zemberekkuşu’nun Güncesi” mesela; F.Scott Fitzgerald “Caz Çağı Öyküleri”, E. Hemingway “Paris Bir Şenliktir” (bu iki kitap için ikinci okumayı yapabilirim sevinçle), Jack London var “Suikast Bürosu”. Sipariş verdiklerim var mesela. Carl Gustav Jung külliyatını su gibi içmek istiyorum. “Dört Arketip, Rüyalar, Kırmızı Kitap, Psikolojide Tipler”. Arketiplerin edebiyatla ilişkisini, karakter oluşumunda bu derya denizde nelerin saklı olduğunu keşfetmek adına ne güzel bir zamanlama.
Bazen bir kafede oturuyorum ve sadece hayal kuruyorum, insanları izliyorum, caddeyi, kedileri, kaldırım taşlarını, şehrin sesini, tıpkı yirmili yaşlarımda yaptığım gibi. Yazmak için gözlemlemek, beslenmek gerekiyor, sokakları, insanları, bakışları, sesleri izlemek gerekiyor. Görüyor musun Ayşegül diyorum. Yüzündeki çizgiler artıyor ama ruhun yaşlanmıyor. Ruh yaşlanmaz çünkü ancak beslenir, gelişir, çoğalır, daha iyi bir şeye dönüşür. Sanata yakın olmak geçiyor içimden. İzleyici olarak, öğrenci olarak, belki bir yazar, belki bir sosyal dansçı olarak, okumak-anlamak-arınmak-dans etmek adına yakın olmak… Resim, müzik, sinema, edebiyat, tiyatro sanatın her dalı kendiliğinden şahane değil midir zaten. Yaşadığımız coğrafya hiçbir şeye sırtımız dönemeyecek denli ağır bir sorumluluk duygusu yüklüyor omuzlarımıza. Benim bahsetmeye çalıştığım kendi küçük, yalın dünyalarımızda kendimizi nasıl yukarı çekebiliriz buna bakalım. Uçakta maskeyi ilk kim takacak psikolojisi netlikle.
İşte böyle… Yeni yılın ilk saatlerinde sizler yeni bir başlangıç güzel olabilir duygusunda mısınız bilemem ama belki bu kış modu, bu satırlar bizde meydan okuma itkisi yaratır. Keşfedeceğimiz ve bize ışık tutacak tüm kapıları ardına kadar açar ve sizi temin ederim ki hiçbir zararı olmaz. Hayal kurmaya ve huzurlu başarıyı içselleştirmeye, neşeyi çağırmaya devam.
Daha çok gülmek, daha neşeli olmak kendi içinde bir devrim değil de nedir?
İyi seneler…
Ayşegül Ekşioğlu