Arabanın camını açtığımda içeri giren kokuların çekiciliğini nasıl tarif etsem? Manzarayı anlatabilirim, katman katman bulutların bembeyaz yakınlığını, allı yeşilli yaprakların ve dalların titreyişini, yamaçlar boyunca uzanan dağ çileklerinin kızılını, Yaşar Kemal’in cümlelerinden düşmeyen çakırdikenlerini anlatabilirim ama kokuyu nasıl anlatacağım?
Arabayı kenara çektim ve dışarı çıktım. Akkuş, Niksar arasındayım. Cahit Külebi’nin akşamları şimal rüzgârları eserdi, eşkıyalar basardı dediği yerdeyim. Türkiye gibi aydınlık ve güzel bir kadının saçlarını savuran kuzeyli bir rüzgâr buyur etti beni.
Köy kahvelerine girenler bilir, selam verirsin, bir sandalye çeker oturursun. Başında kasket, ağzında sigara dumanı, kederli ve yorgun adamalar sırayla merhaba der, işte arabamdan indiğimde bana o dumanlı merhabayı kuşların ve ağustos böceklerinin yazsı yazsı ötüşleri verdi. “Merhaba, hoş bulduk.”
Sonra nerden geldiyse geldi bir ses duydum, Sait Faik’in duyduğu türden bir “hişt hişt” sesi miydi yoksa bu? İyice kulak verdim sese, Almanca bir sözcük gibi. Eyins, diyor yanlış anlamadım evet eyins. Sesin kaynağının peşine düşebilirim ama yapmayacağım çünkü size kokuyu anlatmalıyım. Ama nasıl anlatacağım?
Sararmış otları Külebi’nin şiirlerindeki gibi sallayan rüzgâr bir gelinciği de öyle sallıyordu. Çiçek uçurumun kıyısında açmıştı. Şükrü Erbaş’ın sevmek tanımındaki* gelinciği bulmuştum işte. Yine o ses, eyins. Gelinciğe yaklaştıkça ses daha anlaşılır olmaya başlıyordu. Ey insan. Bana mı sesleniyor? Ah Sait Faik ah!
“Ey insan, geçecek dediler. Çünkü her şey geçermiş. Baharlar yazlar, dağlardan esen rüzgârlar geçermiş. Dumanı göğe çıkan yangınlar bir çakımlık kıvılcımla başlar, bir avuç külle bitermiş. Kanunmuş bu gelen bir kez geldi mi muhakkak gidermiş. Gitmeden soluk al ey insan. Dikene ve güle dokun, yağmura ve yele, ateşe ve küle dokun. Gitmeden dokun ey insan.”
Gelinciğin ince yapraklarına dokundum, Türkiye gibi aydınlık ve güzeldi. Bütün bunları size anlatabilirim tabii ama kokuyu nasıl anlatacağım?
*Sevmek, yaşamın bizi sürüklediği uçurumun kıyısında tutunduğumuz o incecik gelincik sapı; ölümle dirim arasındaki baş dönmesidir.
1979 yılında Tokat’ta doğdu. İnönü üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun oldu. Küskün, Göç çağı adlı öykü kitaplarının yanında üçüncü çoğul ad...
1978 yılında Niğde’de memur bir aile...
“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...
2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...
İstanbul’da doğdum, Pertevn...
1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...
1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...
1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....
1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...
Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...
İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...
...
1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...
Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...
1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...