6 ay önce:
Turuncu, mavi kedi figürleriyle süslü ahşap sokak kapısını açtı. Yaşına göre çevik sayılabilecek bir hızda ayağıyla kapıyı örttü. Usulca yerini bulan bir çıt sesi. Pencere önündeki menekşelere akşam güneşi vuruyor. Gölgede kalan yaprakları arasında, elma şekeri parlaklığında mor, beyaz çiçekler coşmuş. Tembel, durağan bir yaz ikindisi. Tek yaprak kıpırdamıyor.
Elindeki birkaç paketi tezgâha bıraktı, “Nihayet,” dedi, “Evdeyim.” İnsanlar çıldırmış olmalı, bu sıcakta sokaklarda. Sarmaşıklarla, limon ağaçları ve ortancalarla bezenmiş bahçede güneşin ısıttığı şezlonglardan birine uzandı. Birkaç ev öteden gelen küçük çığlıkları, havuz seslerini, anne tembihlerini dinledi bir zaman. Bugün menüsünde defne yapraklı limon sosunda bekletilmiş balıkla, küçük bir kadeh Şili şarabı planlamıştı.
Ama önce kendime güzel bir kahve yapabilirim, diye düşündü.
Odayı dolduran Shigeru Umebayashi nağmeleri eşliğinde kalktı, mutfak dolabından paketi aldı, filtre kahve makinesine yönelmişti ki durdu, birkaç adım geriye çekildi. Her şeyi yeni baştan planlamam gerekecek. Mesela şu masa, daha küçük, yuvarlak bir modelle değiştirsem iyi olur. Sonra şu kavanozlar, metal, kolay tutabileceğim çeşitlere bakmalıyım bir an önce. Sağ tarafta kuru erzak, solda kâseler, altında tencereleri unutma. Diğer odalara da göz gezdirmek aklından geçti ama başka zaman diyerek bu yorucu düşünceyi savdı.
Ne kadar sürecek acaba, en azından sol gözüm için hala umut varmış. Bir yıl demişti doktor, en iyi ihtimalle bir yıl daha görebileceksiniz. Sonrasında ışık algısı yani sadece tonlar kalacak. Yeniden bahçeye çıkarken salon duvarını boydan boya kaplayan kitaplığına ilişti gözü. İşte burada biraz dur bakalım ihtiyar, bunu aşabileceğini sanmıyorum, diye söylendi. Dolaba yaklaştı, gözlerini kapadı, önce kararsız bir iki adım attı ardından birkaç adım daha. Sağa kaydı, son bir hamle, elini uzattı, parmakları sinek kovuyormuş gibi boşlukta bir iki sallandı, Gözlerini açtığında arada yarım metre mesafenin kaldığını gördü. Boş ver anlamında bir işaret çaktı. Toparlanacak o kadar çok şey var ki. Kitaplar öncelikli. Yazar adlarına göre sıralarsam daha mı iyi olur. Şu sol tarafı Ruslara ayıracağım, iki sıra altı Latin Amerika, Portekiz, İspanyol. Dostoyevski’ye yöneldi. Uzun zamandır elim değmiyordu, belki öncelikle. Omuzları düştü. Neye yarar ki, bundan sonra kime faydası olacak bu koca kitap yığınının. Döndü, kaldığı yerden etrafı dinlemeye devam etti.
Kahvesinden büyük bir yudum aldı, kafeinin sert aroması hoşuna gitmedi. Sanki ağız tadım da bozulmuş, artık her şeyi bir soruna bağlarım. Yumuşatmak için after eight paketinden ikisini ayırdı. En sevdiğim. Ferah mentol tadını dilinin çevresinde dolaştırırken solmaya yüz tutan güneş ışığına karşı gözlerini kapadı. Göz kapaklarının ardında oynaşan belli belirsiz tonları duyumsamaya çalıştı. “Tonlar,” dedi. Açık, koyu, neşeli, hüzünlü tonlar. Gözlerini biraz araladı, hemen yerini bulan zayıf ışık kirpiklerine, göz bebeklerine doğru yoğunlaşıyordu.
5 ay önce:
“Evet, test sonuçları elime ulaştı. Hekimle tekrar görüşmeme gerek yok. Sadece değerleri öğrenmek istemiştim hepsi bu, iyi günler.” Değerlerin bu kadar hızlı düşmesini beklemiyordum,” diye söylendi. Bazen çok iyi, bazen endişe verecek kadar kötü, fazlasıyla. Ne yapacağını bilemeden salonda oyalandı. Geçen aya kadar daha fazla sürem olduğunu söyleyip durdular, şimdi hepsinde bir panik. Daha hazırlıklı olmalıydım. Bu kadar rahat davrandığı için kendine kızıyordu. Ne de olsa insan konduramıyor. Peşi sıra takip eden beyaz kediyi kucağına aldı, “Demek öyle Bayan Angelique, sanıyorum bu gidişle sana daha çok ihtiyacım olacak. Ayağımın altında dolaşmamanı öneririm, yoksa seni bu kocaman terliklerle ezebilirim.” Kedinin kucağına yerleşmesini izledi. Başını adamın dizlerine dayamış, çoktan uykuya dalmıştı bile. Beş yıldan fazla olmuştu yanına geleli. Her şeyinle ilgilendim, dedi. Sen de çok uslu değildin hani. Zor zamanlarını düşündü, gülümsedi. Kalkıp kumunu değiştirsem iyi olacak, hem hangi mamada kalmıştık bakayım. Paketlerden birini aldı, bir süre üzerine bakındı, yaklaştırdı, gözlerini ovuşturdu, bir daha baktı. Olmuyor. Neyse dedi. Bugünlük fark etmez, nasıl olsa hepsini aynı mideye indiriyorsun.
4 ay önce:
Telefon sesine uyandığında saat dokuza geliyordu. “Peki, anlıyorum, olabilir. Yalnız yeniden ertelerseniz görüşmeyi iptal edeceğim haberiniz olsun.” İnsanların ihtiyaçlarını nasıl olur da hafife alır bu insanlar. Hastane yetkilileri birkaç danışmanlık firmasının telefonunu vermişti. En azından ilk zamanları kolay atlatacak, yeni alfabeyi öğrenirken zorlanmayacaktı. Ne güzel bir hizmet demişti. Oysa şimdi işini iyi yapmayanların bahaneleriyle uğraşıp duruyordu. Pencereyi açmak için yerinden kalktı, biraz araladı ve kendini tekrar yatağa bıraktı. Tavanda oynaşan gölgelere daldı.
3 ay önce:
Firmayı değiştirmiş, yeni bir randevu vermişti. Akşamın geç vaktine kadar bahçeye bakan koltuğunda şarap, peynir ve Rahmaninov’la zaman geçirdi. Kar yağıyordu. Pamuk gibi, ağır ağır salınıyor, çimlerin üzerine düşüyor, yumuşak bir fırça bahçeyi beyaza boyuyordu. Baktı, içini çekti.
2 ay önce:
Pencereyi açmadı. Kediyi bir haftalığına kız kardeşine göndermişti. Yemek yemedi, iki kez tuvalete kalktı. Belirlediği tek bir hatta gidip dönmeye özen gösterdi. Uyudu, uyandı, yatağın içinde yastığını dikleştirip oturdu, telefon çalıyordu, elini bir tutam toz öbeğini süpürür gibi yatağın üzerinde gezdirdi, sonunda bulabildi ama yanıtlamak istemedi. Yanına bıraktığı kalın ciltli kitabı bir süre kucağında tuttu, büyüteci birkaç sayfasında gezdirdi sonra umutsuz bir bakışla kitabı kapıya fırlattı. Kitap bir kırlangıç misali sayfaları açık yükseldi, tok bir sesin ardından parkeye serildi. Öylece baktı, umarsız. Kalktı, kitabı aldı, kopan sayfalardan bulabildiklerini sırasını önemsemeden yerleştirdi, yeniden komodinin üzerine koydu, uyudu.
1 ay önce:
“Bugün öğleden sonra üçte sizde olacak eğitmenimiz,” dedi telefondaki ses. “Ayrıca yarın iki adayımızla daha görüşme yapacaksınız. İsteğiniz üzerine tek görüşmeye göre de olumlu fikrinizi belirtebilirsiniz, karar size kalmış. Hayır, efendim hava koşulunun etkileyeceğini sanmıyorum, mutlaka gelecektir.”
İki saat kadar sonra bahçe kapısının çıngırağını duyunca içi rahatladı. Nihayet diyerek yerinden kalktı, hafif bir heyecan sarmıştı.
“Kapının yanındaki vestiyere asabilirsiniz mantonuzu, ne kadar da ıslanmışsınız. Şemsiyeler yetersiz kalıyor değil mi.” Salona girdiler. Kız çelimsiz, uzun saçlı, incecik boynu olan, ela gözlü bir kızdı. En fazla yirmi denebilir. Gözlüklerinde hafif bir buğu oluşmuş, silmek için çıkardığında çillerle kaplı yüzü iyice ortaya çıkmıştı. Adam bunların hiçbirini fark etmedi.
“Hala randevusuna sadık insanlar var hayatta.” Gülümsedi. “Bunu daha önce de duymuşsunuzdur.”
Genç kız da gülümsedi, “Evet öyle söylerler. Durumunuzu biliyorum, evim yakın sorun olmayacaktır.”
“Firmadan sizi bilgilendirmiş olmalılar, yaklaşık bir iki ay içinde görme yetim kaybolacak. Kısa bir tereddüt geçirdi, yani en iyi ihtimalle bir iki ay. Ne yazık ki detaylar yok olacak, bulanık lekelerle her şeyi algılamaya çalışacağım. Daha geç olacağını tahmin etmiştik, pek de beklediğimiz gibi olmuyor.”
Genç kızı uğurladığında kendini bitkin hissetti. Bütün enerjisi kızla birlikte şu kapıdan uçup gitmişti. Koltuğa yığıldı. Angelique gel yanıma kızım. Bir kez daha bakayım sana. Hiç kimseyle bu denli ayrıntılı konuşmamıştım. Düşünmediğim, planlamadığım ne çok ayrıntı varmış meğer. İyi bir kıza benziyor. Yalnız biraz geveze, o da çok mühim değil. Herkes işini yapacak nasıl olsa. Dediği gibi başlayalım artık. Eline genç kızın bıraktığı ses kayıt cihazını aldı.
1 Her odaya panik butonu
2 Acil durumlarda aranacaklar listesi, kız istemişti.
3 Haftalık alışveriş listesi
3 ay sonra:
“Kırk beş yıl bir ömür,” dedi genç kız şaşkınlıkla, bir yandan da bahçe kapsının sinekliğini örtmekle meşguldü. “Bence de öyle,” diye mırıldandı yaşlı adam. “Yıllar önceydi. Benim, hani derler ya çakı gibi asker olduğum dönemlerdi, elinde bir kitapla görmüştüm onu, kitabevinden çıkıyordu ve o kadar hızla fırladı gitti ki ne yapacağımı bilemedim. Neyse kasaya gittim, o anda aklıma nasıl geldiyse alelade isim uydurdum, çocukken çok sevdiğim bir arkadaşıma benzettiğimi söyledim.” “Yo,” demişti kasiyer kız. “Çıkan hanımın adı Oya, buraya sık gelir ve öğretmendir.” “İnsanlar çift yaratılır,” demiştim dikkatini çekmemek için, o zamanlar böyle şeyler önemliydi.”
Genç kız adamın sırtına ince yastıklardan birini daha yerleştirdi. “Şu anda,” dedi “Karşı duvarın üzerine bir saksağan kondu, bize bakıyor.”
“Öyle mi,” dedi yaşlı adam, ne güzel mavidir kuyruğu, şu ötedeki manolyalardan da kokular gelmeye başlar yakında.”
“Doğru ama yine de siz erguvanları beklersiniz bence.”
“Hayır,” dedi adam. “Ben oya çiçeğini severim.”
“Oya çiçeği mi?”
“Evet, bilmez misin, düzgün ve parlak gövdesi vardır oya ağaçlarının. Tek başına bile dikkat çeker, üzerindeki mor, beyaz çiçekleri bir düşünsene kızım, ne kadar canlıdır. Çiçeklenmesi ağustosu bulur neredeyse. Assolist derdi eşim, kendine pay çıkarır, gülerdi.”
“Neyse böldüm.”
“Ne diyordum, ha evet tanışmamız böyle olmuştu diyecektim. Bir hafta boyunca her gün gittim oraya, olmadı çevresinde bekledim, sonunda bir akşamüzeri önüm sıra içeri girdi. Sonrasında kırk beş yıllık beraberlik.”
“Hangi kitaptı? Kitabevinden çıkarken, ilk gördüğünüzde elinde tuttuğu kitap,” diye sordu kız.
Yaşlı adam yerinden kalktı, kızın hareketlendiğini fark edince, “Öğrendim artık, başarabilirim,” dedi.
Bahçede akşam serinliği baş göstermişti. Bir iki çalıdan kısık hışırtılar geliyordu. Kız içeride sandalyede duran katlanmış diz battaniyesini dışarı çıkardı.
Adam temkinli, yine de alışkın hızda salona geçti, üç dört adım sonra durdu. Zorlanmadan kitaplığın üst rafındaki kitabı aldı. Aynı alışkanlıkla döndü yerine oturdu.
“Al bakalım çilli kız. Bugün bunu okumaya başlıyoruz, elinde tuttuğu kitap buydu, onun kitabı.”
Ayaklarını uzattı, hava lodosa dönüyordu. Sadece tonlar demişti doktor, tonlar. Griye dönen, henüz siyaha bulanmamış tonlar.
Genç kız kitabın kapağını açtı, İlk sayfaya başlamadan önce kahvesini yanına aldı, adam battaniyesine sarındı. “Sizin çikolatanız,” dedi. Sol tarafınızda, kahve fincanının on santim uzağında,” okumaya başladı.
Anna Karenina 1:
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendinedir.”*
(*Lev Tolstoy/Anna Karenina)