The Weeping Meadow dinliyorum. Eleni Karaindrou’nun ipeklere sarıp sarmaladığım, kalbimin kuytularında sakladığım, bana iyi gelen muhteşem müziği. Hisleri ve yansımaları da kalıcı kılabilsek keşke, yazı bunun için var. Anlatabilmek, yaşatabilmek.
Uzun ve hüzünlü bir filmdi. Başka bir dünyaya dönüyorum yüzümü böyle anlarda, bir büyük demir kapı, epey iri tokmağı var, kapı kapanıyor ve kilit çıt diye yerini buluyor. Sıradanlık ve gelir geçer her şey dışarıda kalıyor. İnsanın kendine yaptığı iyiliklerden biri böyle zamanları yaratmak belki de, o kadar özel buluyorum ki. Ne zaman yeni bir müzik keşfetsem, bir kitapla tanışsam, kendine has bir sahneye ya da filme tanık olsam içim aydınlanır. Yirmili yaşlarımın İstiklal Caddesi gelir hafızama yerleşir. Okuldan çıkmışım, Kazancı Yokuşu birkaç dakikada aşılmış, Cadde’nin girişindeyim. Fransız Konsolosluğu’ndan aşağı adımlıyorum sağa sola bakınarak. Kitapçılardan valsler yükseliyor, topuklu ayakkabıların iki demir hatla ayrılan kesme taşlar üzerinde bıraktığı sesler, insanların telaşları hepsi birbirine karışıyor. Güneşin yavaş yavaş uzaklaşması ve benim o günlerde tasa sandığım kelimelerle yürüyüşlerim.
Üzerinden yıllar geçti. Düşünüyorum da o zamanlar olmaz dediğim, hayalini kurarken dahi heyecanlandığım pek çok güzel dilek bugün hayatımın bir parçası. Maddesellikten, görünür olandan çok daha farklı deneyimler bahsetmeye çalıştığım. Her insanın zaman zaman o hisse kapıldığı hayatın küçük mucizeleri aslında. Diyorum ki kendi kendime, ben bir zamanlar bir mucize olmasını istemişim, Bir mucizenin hayatıma dâhil olmasını, çok uzun zamandır içimde beslediğim sorulara aydınlık cevaplar vermesini dilemişim kim bilir belki de tuhaf bir kırmızı kalemle.
Mucizelere inanıyorum, bu hep böyle oldu hayatımda, kalan sürede payıma düşen nedir bilmesem de inanmaya devam edeceğim. İnsanı iyileştiren daha güzel bir şey olabilir mi? Var olmak, nefes almak kendiliğinden mucizeyken bunun varlığına inançsızlık olası gelmiyor. Aslında bir nevi hayattan beslenmeye dem vurmak niyetindeyim buradan yola çıkarak. Nelerden besleniyorsunuz? Hangi sesler, sözler, kişiler, renkler, değişimler ilham veriyor hayatınıza? Tutunabilmek aslında, bir günü yaşama planı, anıları kaydetme hevesi, başarma, üstesinden gelme itkisi nedir? Mucize olduğunu düşündüğümüz pek çok şeyi gerçekleştirebildiğimizi görüyor, yaşıyoruz belki farkına varmakta biraz gecikiyoruz.
İnsanlar, olaylar, sorular ve cevaplar, arayışlar, başlayan, biten ve yarım kalanlar, bir de içimizde ukde kalanlar hayatımızı şekillendiriyor değil mi? Bir zaman geliyor ya bir yol ayrımında hissediyoruz kendimizi, ya her şey hani derler ya üst üste geliyor, katlanma kapasitemiz azalıyor, moralimiz bozuluyor. Sorgulamalar, çözüm arayışları o bahsettiğim bir günü yaşama planını bertaraf ediyor. Buna razı gelmek mi bizim payımıza düşen, elbette ki hayır.
Yaşam artık çok katmanlı hepimiz için, bahse konu anlarda yapabileceğimiz en iyi kaçış işte o beslendiğimiz, ayrıştırdığımız, içselleştirdiğimiz kanallara daha çok özen göstermek, zaman ayırmak ve hatta keşfetmek olsa gerek. Profesyonel iş hayatımız dışında kalan alanlardan bahsediyorum aslında. Eskiden sorarlardı, Büyüdüğünde ne olmak istersin,” diye. Sanki o “ne olmak istediğimiz” kavramı bir kutuya koyup cebimizde taşımak zorunda kalacağımız, geri dönüşü olmayan bir seçimdi. Birini seçersek diğerinden vazgeçmek zorunda kalacakmışız gibi hissederdik. Artık öyle değil.
Zamanla birlikte yaş alma kavramı da değişiyor. İnsan önceliklerine göre hayatının belki de her on yılını başka bir realitede, farkındalıkta yaşıyor. X,Y,Z diye tanımladığımız kuşaklar teknolojinin yarattığı kasırga etkisini taşıyor gündelik yaşamımıza. Aynı düzlemde kuşaklar arası mesafe ışık hızıyla açılıyor sanki ve insan mecburiyetlerinden kurtulduğu ilk dönemeçte kendi rüyasını gerçekleştirmeye doğru yelken açıyor. İşte bu noktada belki de her insan kendi mucizesini yaratıyor ve tanımlandığı gibi olağanüstü şaşırtıcı şeyler yaşayabiliyor kendi yolculuğunda. Hatta çok daha sade düşünürsek bir zaman kesiti, bir kişi, söz, resim, hayatımıza bahşedilen incelikli her güzellik bir mucizeye dönüşebilir gözümüzde.
İşte bundan sebep, Eleni Karaindrou besteleri mucizedir benim için. Yoğunlaşmak, sakinleşmek, üretmek için saatlerce dinleyebileceğim bir sağaltım. Ursula K.Le Guin de öyle. Yarattığı dünyalar o denli olağanüstü ve şaşırtıcı olabiliyor ki normal bir dünyalı gibi bakamıyorum ona. Dünyalar arası bir ilham perisi olabilir ancak benim için. Hayatı deneyimlemelerine aracı olduğum iki muhteşem varlık, çocuklarım epey büyük bir mucize oldular hayatımda. Kitaplar, sesler, sözler, iyi kalpler, müzik, dans ve diğerleri hepsi ipeksi mucizevi dokunuşlarla biçimlendirdiler hayatımı.
Kim bilir kendi hayatınızı ve hayallerinizi düşündüğünüzde hangi mucizevi kavramlarla karşılaşacaksınız duymak isterdim. Hayata ve tabii ki bizlere sunulan özel armağanlarınızın neler olduğunu... O kadar güzel ki. Bir hayale inanmak, özgürleşmek, masumiyet, sadelik, özen, uyum, süreklilik, güven, her biri birer armağandır insan hayatında.
Her şey oluyor, her şey bitiyor, hayat devam ediyorsa ışıltılı mucizeler dilemek için pek çok sebebimiz var demektir, o halde şimdi ve burada hayatın küçük mucizelerine yoğunlaşmanın tam zamanı belki de, hem de bahar kapıya dayanmışken.
Bir mucize olsun…